27 Ara 2018

TOPA, ALANA VE ZAMANA HÜKMETME



TOPA DAHA FAZLA SAHİP OLMA OYUNU

(ALANA VE ZAMANA HÜKMETME OYUNU)

Cruyff, Bielsa, Guerdiola başta olmak üzere, öncelleri olan teknik adamlar ve günümüzdeki bazı benzer teknik adamların, futbolu "topa sahip olunması gereken bir oyun" olarak tasarladıkları ve uygulamaya çalıştıkları herkesin malumu...

Bu anlayışta amaç, oyun süresince karşı takımı etkisiz kılmaktır..
Ya da en azından hücum edemeyen bir takım haline sokmaktır.

Ama topa sahip olmak demek bir kaç kişinin top ile daha fazla oynayarak topa sahip olmasını sağlama değil....
Takım olarak topa sahip olmayı sağlamak.

Bunun da en basit yolu birbirine pas mesafesi ve açısında olan takım oyuncuları kurgulamak..

Ama futbol hareketli bir oyun. Aynı bölgede ve alanda oynana bir oyun değil..

Bu durumda birbirine yakın hareket eden oyuncular düzeneği tasarlamak.

Özellikle Guerdiola bu işi kendisinin de katkısıyla farklı bir taktik şablon ile somutladı.

Topa sahip olmayı top, oyuncu, alan ve oyun ilişkisi formülü ile çözümlemeye çalıştı.

Örneğin futbol alanının aşağıdaki gibi çok parçalı şekilde bölümlendirilmiş olması, elbette işin aslı değil, söz konusu düşüncenin somut hale getirilmesi, uygulama kolaylığı ve anlaşılabilir olmasıyla ilgilidir..

Bu oyun anlayışında ilke, aynı yatay düzlemde üçten ve aynı dikey düzlemde ikiden fazla bölgede oyuncu bulunmamalıdır. Eğer bir oyuncu aynı yatay düzlemde dördüncü alana doğru hareket ederse, diğer üç oyuncudan biri takım arkadaşına iki ya da üç pas opsiyonu sağlamak adına hareket etmelidir.

Böylece hem topa sahip olma oranı artacak, hem pozisyon üretmek kolaylaşacak, hem de gereksiz ve amaçsız efor sarfetmemiş olacaksınız.

ÖN ŞART: Ama bunun ön koşulu top ile ilişkisi iyi, gerektiğinde adam eksiltebilen, oyuncular ile gerçekleşebileceğini unutmamak gerek.

DEZAVANTAJ: Daha önemlisi bu oyunu, geniş alanlarda top oynamayı başarabilen, uzun, isabetli, hızlı ve hatasız oynayabilen takımlara karşı her zaman başarı ile uygulayabilmek kolay değildir.

Teknik Adamlık Meselesine Dair

İYİ VE ÖZEL TEKNİK ADAMLARA DAİR

İyi ve özel teknik adamlar arkalarında sadece şampiyonluklar bırakarak giden teknik adamlar değildir.

Şampiyon olmanın eşitsiz o kadar çok yolu vardır ki...

İyi ve özel teknik adamlar gittiklerinde arkalarında futbola dair yeni bir şeyler bırakan teknik adamlardır...

İyi ve özel teknik adamlar, aynı zamanda futbol düşünürü olan teknik adamlardır.

Futbol düşünürü teknik adamlar ise fark yaratanlardır.

Fark yaratmayan ama şampiyon olan teknik adamlar sadece işini yapan teknik adamlardır.

Tarih genelde onları yazmaz. Küçük bir not alır, o kadar.

Tarihin yazdığı teknik adamlar iz bırakanlardır. İz bırakmak ise, ne ürettiğin, neyi değiştirdiğin ve hangi konularda fark yarattığın ile ilgilidir.

Örneğin, günümüzde sahayı geometrik alanlar şeklinde kullanma zorunluluğu diye bir şeylerden söz ederken Valery Lobanowski diye bir teknik adamdan söz etmemiz gerekiyorsa,

Yine bugünün futbol oyun anlayışını ve dizilişleri anlamak için Rinus Michels'i de bilmek ve anlamak zorunluluğumuz varsa, demek ki sadece iyi olmak değil, özel olmak da gerekiyor... Yani sadece maçlar kazanan değil, futbola bir şeyler ilave etmek de gerekiyor..

İyi ve özel olmak sadece kazanan olmak değildir.
Kazanmanın stratejileri, yöntemleri ve teknikleri ile de ilgileniyor olmaktır.

İyi ve özel olmak, "olmasaydı olmayacaktı" denilen işleri yapabilmektir.


"FUTBOL DÜŞÜNÜRÜ" TEKNİK ADAMLAR ÇIKARAMAMA MESELESİ

Bu ülke henüz bir "futbol düşünürü", bir "futbol mucidi" ve bir "futbol teorisyeni" teknik adam çıkaramamıştır.

Bir futbolcunun, sonraki süreçte bir bir teknik adamı olması dünyanın her yerinde işleyen bir sistematiktir.

Ama dünyanın her yerinde bir futbolcunun bir teknik adama dönüşmesi süreci, aynı nitelikte olamamaktadır.

Bu konu da üzerinde durulması, düşünülmesi ve çözüm üretilmesi gereken konulardan birisidir.

Elbette yıllarını futbola vermiş kişiler teknik adam olmalıdır.
Ama teknik adamlık değişim, dönüşüm ve gelişim ister. Oynadıklarını aktarmak değil...

Türkiye eğer futbolda bazı sorunlar yaşıyorsa bu biraz da teknik adamlık süreci ve özelliği ile ilgili sorunlardan kaynaklıdır.

Bu ülke çok olmasa da çok iyi futbolculara sahip oldu.
Ama aynı ölçüde ve özellikle evrensel düzeyde futbol uzmanı, futbol entelektüeli,futbol düşünürü ve yaratcı futbol taktisyeni bir teknik adama sahip olamadı..

Neden?

Çünkü futbol ile olan ilişkisi sadece para, güç, paye, şan, şöhret olan futbol adamları, futbol düşünürü olamazlar...

Futbol ülkesi ile ülkenin futbolu farklı şeylerdir.

Futbol ülkesi olmak, futbol ile ilgili insanların, futbolu geliştirme ve farklılaştırma kaygısı taşıyan insanlar üretmesi gereken bir sisteme ve niteliği yüksek bireylere sahip olması demektir.

Futbol kültürü denilen şey, bir ülkede futbolun var olması demek değildir. Futbolu farklı boyutlarda algılama ve ona bir şeyler ilave etmeyle ilgilidir.

Bu ülkede futbol vardır. Ama Futbol kültürü olması gerektiği boyutlarda yoktur.

Bunun için oyuncularınızın çok boyutlu, konuşmayı bilen, yazmaya eğilimli ve farklı hobileri olan kişiler olması gerekir.Bu anlamda ilkokul, ortaokul, lise eğitimleri düzeyi ile okuma alışkanlıkları çok büyük önem taşır.

İkincisi teknik adam olma koşulları ve daha önemlisi bunu geliştirme süreci ile ilgilidir.

Dünya ölçeğinde bir bakınız; Futbol düşünürü, taktik mucidi teknik adamlar nerelerden, nasıl ortaya çıkmışlardır.
Muhtemelen ulaştığınız sonuçlar şaşırtıcı olmayacaktır.

Farkındalık Nedir?

"Farkındalık", "farkındalık yaratma" ve "farkındalık geliştirme" gibi kavramlar son zamanlarda en sık duyduğumuz ve okuduğumuz kavramlardabn birisidir.

Aslına bakarsanız bildiğimiz bir şeyin, yani yaşayarak öğrendiğimiz ve hayatın bize öğrettiği bir duygunun ve gerçekliğin yabancı dilden Türkçeye çevrilirken ortaya çıkmış halidir farkındalık kavramı...

Haddini bilme, gücünü bilme, yapabileceklerini ve yapamayacaklarını bilme, çalışırsan başarabileceğini anlama ve bunların yanı sıra en az bunlar kadar önemli, kendi dışında olan biten her şeyin ne olduğunu, niçin olduğunu anlama ve bir başkasının durumunu ve konumunu anlayabilme ile ilgili duygu temelli bilinç halidir farkındalık....

Özetle duyarlı olmayı da içine alan önemli ve gerekli bir gelişim özelliğidir....

Lakin en güçlü, en önde, en iyi, en başarılı, en kazanan ve en özel olmak gibi farkındalık geliştirmiş olma diye de bir şey vardır. Çok da sağlıklı ve arzulanan bir özellik olmasa gerek..

Bizim eğitimciler olarak "farkındalık" oluşturma ile ilgili işimiz ve amacımız, çocuklar üzerinde "bir şeyi istiyorlarsa o konuda çalışmaları gerektiği" farkındalığını ve "emek verirlerse kendilerini geliştirecekleri" farkındalığını yaşatarak öğretmektir.

Bu sözle olmaz.Hissettirerek olur.
Bazı şeyler ise sadece ve ancak yaşayarak hissedilir.

Çocuğa kendini geliştirdiğini ve daha da geliştirebildiğini yaşatarak ve somut olarak göstermeyi sağlamamız gerek..

Örneğin 20 metrelik slalomlar arası top sürmeyi, her geçen gün zaman açısından daha iyi bir sürede tamamlayan çocuk, bazı farkındalıklar oluşturur...

Çok zor bir şey değildir...

Sadece yarıştırarak, sadece müsabaka kazandırarak oluşturacağımız farkındalık "üstün olma" farkındalığıdır.

Bizim derdimiz ve amacımız ise "kendini sürekli geliştirebilecek olmayı öğrenme farkındalığı" olmalıdır.

KOŞU VE FUTBOL

Futbol oyununu koşmadan oynamak mümkün değildir...
Ama futbol oyununu sadece koşarak oynamak da mümkün değildir.

Yani, futbol bir koşu oyunu değildir....

Ne demek istediğimizi, "futbol oyun karakterinden" hareket ederek açmaya çalışalım.

"Sınırlandırılmış bir alanda, bir nesnenin amaca yönelik kullanılmasını gerektiren tüm oyunlarda asıl önemli olan şey, söz konusu nesnenin kontrol edilmesi ve yönetilmesi ve amaca yönelik kullanılmasıdır"....

İkinci sırada önemli olan şey ise, o nesneyi kontrol etmek, yönetmek ve amaca yönelik kullanmak için, söz konusu sınırlandırılmış alanda ne yapılması ve nasıl yapılması gereğidir...

Top kullanılan hangi spor salı olursa olsun, topu kontrol etmek, yönetmek ve amaçlı kullanmak durumunda olunan sınırlandırılmış tüm alan oyunlarında, hareket etme biçiminizi oyun, koşu biçiminizi belirleyen şey alandır.

Örneğin voleybol, koşunun neredeyse en az olduğu spor dalıdır. Niçin? Çünkü oyun alanı küçüktür...

Alanı genişletir veya uzatırsanız koşu artar ama oyun karakteri yok olur.

Futbol oyunu, top kullanılan ve alanın görece olarak en büyük şekilde kullanıldığı oyunlarından birisidir.

Ama unutmayınız bir oyunda, yani işin içinde top varsa, topun gerektirdiği tüm hareket becerileri birincil derecede önemlidir. Çünkü oyunun oynanması ona bağlıdır. Topu alın oyun biter.. Alanı daraltın veya daha büyütün oyun bir şekilde devam eder.

Sanırım söylemek istenilen söze ve ana temaya gelebiliriz.
Futbol oyunu için koşmayı, top ile ilgili becerilerin önüne koyarsanız, başarılı olamazsınız. Çünkü futbolcu yetiştiremezsiniz.

Futbol alanını sadece koşulması gereken bir alan olarak görür ve değerlendirirseniz, o kadar çok koşmaya odaklanır ve simetrik ve çok koşan oyuncular geliştirme peşine düşersiniz.

Alanın büyüklüğü elbette daha fazla yer değiştirmeyi, yer değiştirmek için daha çok koşmayı düşünmek doğaldır. Ama bunlar toptan bağımsız ve top ile ilgisiz bir şekilde olduğu müddetçe, müsabaka boyunca kat edilen 12 kilometrelik mesafenin belkide 2 kilometresi belki de gereksiz olabilecektir.

Mesele daha az koşmak değil.
Verimli koşmaktır.

Verimli koşmak ise bireysel oyun taktiği ve oyun sistemi ile yakından ilgilidir.

Futbolda toptan bağımsız, top ile bir şekilde buluşmayı amaçlamayan ve sağlamayan, savunmada ise topa müdahale etmeyi, topu ele geçirmeye neden olmayan ve bir sonraki pozisyonu hesap etmeyen koşular, alanı boşuna katetme veya alan içinde amaçsız yer değiştirmeler anlamına gelen koşulardır.

Özetle ve kısaca;

Futbol oyunu, "koşu ile top" veya "top ile koşu" oyunu da değildir.

1. Futbol oyunu, bir koşu oyunu değildir.
2. Futbol top oyunudur.
3. Futbol ayak ile top oyunudur...

Futbol oyunu, "topun oynanması için gereken bir çok şeyin yanı sıra koşunun da gerektiği bir oyundur.

KENDİNE SAYGI NASIL GELİŞİR

KENDİNE SAYGI KENDİNİ BEĞENEREK, KENDİNİ BAŞARILI KILARAK VEYA KENDİNİ GÜÇLÜ KILARAK GERÇEKLEŞMEZ...

ÇÜNKÜ KENDİNE SAYGI KENDİNLE İLGİLİ DEĞİL, KENDİ DIŞINDAKİ İLE İLGİLİ OLUŞAN ALGI BAŞLAYAN VE GELİŞEN BİR DUYGUDUR.

"Kendine saygı duyacaksın ki, karşındakine saygın olsun" önermesi güzel, anlamlı ve kabul edilebilir bir önermedir..

Ama sanıldığının tersine pek doğru değildir.

Önermeyi tersinde kuralım;

"Karşındakine saygı duyacaksın ki, kendine saygın olsun"...

Çok yaygın bir sözdür; "kendine saygı duy ki, başkaları da sana saygı duysun"...

Biraz anlamsız değil mi bu? Kendinize saygı duyuyorsunuz diye, başkaları size neden saygı duysun?...

Şimdi konuya girelim isterseniz;

Kendine saygı, kendini fark etmek ile değil, birilerinin seni isteyerek, içtenlikle ve gerektiği için fark etmesi ile oluşur...

Birey, durup durduğu yerde, hiç bir koşul,
gerekçe ve neden yokken "kendine saygı" duymayı öğrenmez. Dahası öğrenemez...

Saygı duyma sosyal bir olgudur. İlişki, iletişim ve çevresel bir etki gerektirir.

Saygı duymak dediğimiz şey, önemsemek, değer vermek, ciddiye almak, yardım etmek, iş görmek ve ihtiyaca cevap vermektir. İşte bunları gerçekleştirirken kendinin farkına varırsın. İşlevselliğini ve varlığını algılarsın. Kendini önemsemeye başlarsın... Yani kendine saygı duymanın kapısından içeri girersin...

Çocuklarımıza futbol öğretirken, takım arkadaşlarına, rakiplerine saygı duymayı öğretmemiz gerek... Böylece kendilerinin varlığını ve var olma nedenlerini daha iyi algılarlar.

Bir insanın karşısındaki olmadan sadece kendisi için ve kendisiyle ilişki ve iletişim ile ürettiği saygı bencillik, megalomanlık ile sonuçlanır...

"Kendine saygı" sanıldığı gibi bireysel bir ihtiyaç değil, sosyal yaşamın ürettiği bir gelişim özelliğidir. Kendine saygı başarıya odaklı ve başarıya endeksli bir duygu durumu değildir, o başka bir şeydir.

Sonuç cümlesi olarak;
"Kendine saygı değer vermenin insana değer verilme olarak dönmesidir".

Bunun dışındakilerin hepsi kendini güçlü hissetme, ayrıcalıklı hissetme, biricik zannetme gibi sapkın düşünce ve duygu durumlarıdır...

Geliniz, şimdi bunu bir cümle ile futbolda altyapı eğitim süreçleri ile ilişkilendirelim;

Birer futbolcu adayı olan, ama önce bir birey ve vatandaş olan çocuk ve gençlerin kendilerine saygı duymalarını sağlamak için onların sadece kazanan olmalarını sağlamak asla yetmeyecektir.

Onları sağlıklı kılacak olan şey karşısındakilere saygı duymalarını sağlamaktır. Dolayısıyla saygı duyulan olmalarının önünü açmaktır.

6 Ara 2018

FUTBOLDA DUYGUSAL VE BİLİNÇLİ DAVRANMA



SPOR VE ÖZELLİKLE FUTBOL İNSANLARI GENEL OLARAK GÖRSELDE ÖNERİLEN DAVRANIŞIN TAM TERSİ HAREKET EDEN İNSANLARDIR.

Oysa görselde önerilen davranışı hayata geçirebilirsek, dahası oyun anında dahi bunu becerirsek daha çok gelişir ve haha çok mesafe katederiz...

Çünkü bildiğiniz gibi coşkulu, sevinçli, sinirli, hüzünlü, kızgın gibi duygusal hallerde beynimizin limbik sistemi devrededir. Yani bizi limbik sistem yönetir.

Oysa doğru kararlar, doğru analizler ve doğru davranışları yöneten ve karar vermemizi sağlayan beyin bölgemiz ise frontal bölgedir.

Oyun oynarken dahi, yani hormonal salınım had safhadayken dahi, müsabaka ve faaliyet anında frontal bölgeyi daha etkin kullanmayı öğrenebilir ve öğretebilirsek, çok daha başarılı olacağımız kesindir.

Duygusal hareket etmek, diğer söylemle bizi limbik sistemin yönetmesine izin vermek en büyük handikapımızdır.

Duygu kötü bir şey değildir elbette.
Ama duygu bizi, hayatımızı, oyunumuzu ve futbolumuzu yönetmemelidir.

Eğer yönetirse gerçek hayatta tam tersi olur ve biz yönetilen karşımızdakiler yöneten olur...

Çocuklarımıza okullarda ve futbol altyapı süreçlerinde öğretmemiz veya öğrenmelerini sağlamamız gereken asıl şey mantıklı düşünmelerini sağlamak olmalıdır.

Örneğin gol yedikten sonra her şey bitmiş gibi çökmemek, eslim olmamak, gol attıktan sonra da her şey hallolmuş gibi devamlılığı elden bırakmamak için beyindeki frontal bölge hep başat olmalıdır.

İradi özellik denilen şey aslında mantıklı olmayı, yani doğru ve iyi olanı ayırt etmeyi elden bırakmayacak şekilde davranmak demektir.

Biz büyükler sevinme ve öfkelenme süreçlerimizi sürekli kontrol etmek zorundayız.
İkincisi böylesi durumlarda çocuklara yönelik kararlar almama ve bunu göstermemek zorundayız.

Ki, çocuklar da bize bakarak en coşkulu veya en endişeli i anlarında dahi kendilerini kontrol edebilmeyi elden bırakmamayı öğrensinler.

Önemli soru şu olmalıdır;
Limbik veya frontal bölgeyi daha başat olarak kullanabilme bizim elimizde mi?
Elbette...
Bilimsel düşünme, gerçekçi düşünme, kurallı yaşam, ilkelere sadık olma, adalet, eşitlik gibi değerlerin farkında olma ve hayatı şans, tesadüf sürpriz veya mistik şeylerden medet umarak yaşamayı öğrenmemiş olma veya terk etme...

Yani beyninizin hangi bölgesini daha çok aktive edersek, o bölgenin sorumlu olduğu davranışları daha çok kullanırız.

Peki, o bölgeyi nasıl aktive ederiz?
O bölgenin sorumlu olduğu davranışlar ile ilgili bir yaşam sürerek ve eğitim alarak...
Yani gerçeklere, olması gerekenlere, ilkelere, kurallara, bilime yönelerek ve gereklerini yaparak..

NÖRONLAR: SİNİR HÜCRELERİ


Nöronlar, beyindeki sinir hücreleridir.

Bilindiği üzere beyin loblara, loblar da bölgelere ayrılır. Loblar ve bölgeler hatta bölgelerdeki kısımlar ve bölümlerin her biri farklı alanlar ile ilgili kontrol ve yönetim merkezleridir.

Ama hepsinin yapı taşı nöronlardır.

Örneğin hareket etme yani "psikomotor" alandan sorumlu lob, bölge, kısım ve bölüm vardır ve bu yerin neresi olduğu bellidir, yani bilinir. Örneğin o yer hasar görürse, bedenimiz ne kadar sağlam ve güçlü olursa olsun dahi hareket etme özelliğimiz kaybolur.

Hareketten sorumlu komuta merkezini ne kadar geliştirirsek, hareketlerimizi de o kadar geliştiririz. Reflekslerin, istemli hareketlere dönüşmesi hareket merkezinin devreye girmesiyle olur. Yaklaşık 9 aydan sonra etkin olarak devreye giren korteksdeki hareketten sorumlu bölge, giderek hareket gelişimini ve hareketlerdeki mükemmelleşmeyi yönetir.

Peki, bu yönetim nasıl olur?

Bu, hareketten sorumlu bölgede doğuştan var olan sinir hücrelerini daha fazla sayıda aktif hale getirme ile olur. Sinir hücreleri çoğalmaz ve arttırılmaz. Sadece daha fazla sayıda sinir hücresinin birbirini etkileyerek aynı amaç için bir araya gelmelerinin sağlanmasıyla olur.

Beynin hareketten sorumlu bölgesindeki sinir hücreleri, sorumlu olduğu görev ve iş neyse ancak o görev ve iş ile uyarılabilir. Uyarılan her hücre aynı uyarıyı diğerine temas ederek ona aktarır. Bu şekilde uyarılmış ve aktive edilmiş hücre sayıları ne kadar artar ve o iş için birlikte hareket ederse o iş yani hareket de giderek o derece iyi, mükemmel ve amaca uygun olur.

Sürünmeden, emeklemeye, emeklemeden tay, tay yürümeye, yürümeden koşamaya doğru giden süreç, soz konusu işten sorumlu sinir hücrelerinin yeterince ve gerektiği kadar bir araya gelmesi ve birlikte iş yapabilmesiyle mümkün olur.

Bu durumda insanoğlu doğuştan itibaren hiçbir hareket uyaranına maruz kalmasa, sadece yatsa, tüm ihtiyaçlarını yatarak karşılansa ne olur? Elbette yürüyemez, koşamaz ve bir topa tekme atamaz olur.

Bizim için buradan çıkarılacak ders ve sonuç şunlar olmalıdır;

1. Bir işin ne kadar iyi yapılmasını sağlamak istiyorsak, insanları yaş düzeyi, gelişim düzeyi ve gelişim özelliklerini dikkate alarak işe koşmalıyız. Yani o iş ile ilgili uyaranlara maruz kılmalıyız.

2. Diğer bir ders ve sonuç da şu olmalıdır; Sanıldığı gibi örneğin futbolda çocukların ve gençlerin kaslarını geliştirerek, kondisyon seviyelerini yükselterek daha teknik becerilerini daha iyi ve mükemmel kılamayız.

3. Beynimizin her bölümü, yaşam ile ilgili gereken diğer davranışlardan sorumludur. Söz konusu o bölgedeki sinir hücreleri, bölgenin sorumlu olduğu davranışlar neyse ancak o tür işler ile uyarılabilir…. Bu da bizim o işle ilgili mükemmel olmamızı sağlar.

4. Bu durumda futbolcu olunmaz doğulur lafını bir daha gözden geçirmemiz gerekmez mi?

5. Elbette doğuştan getirilen yetilerimiz ve genetik özelliklerimiz vardır. Ama bu yetiler, genetik özellikler uyarılmaz ise hiçbir şey ifade etmezler.

OYUN ALANLARININ YAPISI VE UYARAN İLİŞKİSİ

Oyun alanlarındaki, kazaya sebep olma olasılığı olan nesnelerin kaldırılmasına yönelik eğilim, diğer bir açıdan bakıldığında çocukların sab...