29 Haz 2018

Teknik ve Taktik Becerilerin Altyapı Sürecindeki İfadesi

FUTBOLDA SAHA DİZİLİŞLERİ VE TAKTİK...


(ALTYAPI EĞİTİMLERİNİN ÜÇÜNCÜ EVRESİNDE TAKTİK ÖĞRETİM UYGULAMALARINDA ÇÖZÜMLENMESİ GEREKEN KONU)

Diyelim ki, 3:5:2, 4:2:3:1 veya 4:3:3
dizilişi ile oynuyorsunuz.

1. Oyunu kendi alanınızda kabul ediyorsanız,
veya
2. Oyunu rakip alanda oynuyorsanız,

yukarıdaki dizilişler ile oynuyor olmanızın hiç bir önemi yoktur...

Dolayısıyla takım taktiği denilen şey, öncelikle oyun taktiği demektir..

Oyun taktiği ve dolayısıyla takım taktiği,
İki esas, iki de yardımcı taktik üzerine inşa edilir....

Bunlar;

1. Savunma takım taktiği,
1.1 Savunmadan hücuma çıkışta takım taktiği,

2. Hücum takım taktiği,
2.1 Hücumdan savunmaya dönüşte takım taktiğidir.

Özetle genel savunma ve genel hücum ilkelerini bilmiyor ve temel taktik beceriler olarak uygulayamıyorsanız, saha dizilişleri amaçlanan oyun taktiği açısından çok anlamlı sonuçlar vermez.

OYUN KARAKTERİ VE TAKIM OLMA

OYUN KARAKTERİ İLE TAKIM OLMA DÜZEYİNİ BELİRLEYEN İKİ FAKTÖR

Müsabaka süresince;

1.Topa nasıl ve nerede sahip olunduğu ile
2. Topun nasıl ve nerede kaybedildiği bir takımın nasıl bir oyun oynadığını ve ve hangi düzeyde bir takım olduğunu gösteren iki önemli göstergedir.

Bu iki faktörü, ölçüt olarak koyup bir maçı gözlemlediğinizde, gözlemlemiş olduğunuz takımların takım olma düzeyleri ve oynadıkları oyun karakterleri ile ilgili ciddi bir bilgiye ve düşünceye sahip olmak mümkündür.

Altyapılarda "oyun karakteri ve takım olma" düzeyleri açısından verilen eğitimlerde gelişim altyapı sürecinin son aşamaları ile özellikle performans altyapı süreçlerinde üzerinde durulması gereken konulardır.

Ayrıca izlediğimiz müsabakaları bu iki ölçüt açısından gözlemlediğimizde kıta futbolları ile ülke futbollarını özellikle "ekol" bağlamında daha iyi değerlendirmek mümkündür.

KİŞİLİK, KİMLİK VE EKOL



FUTBOLDA ve OYUNDA "KİŞİLİKTEN KİMLİĞE, KİMLİKTEN EKOLE" TEZİ.....

İlk önce;
"Kişilikli Oyun" önce "Oyun Kişiliği"ne, Oyun Kişiliği de "Oyun Kimliği"ne evrilir..

Bu evriliş devam ederse veya edilmesi sağlanırsa,

"Oyun Kimlği", "Kişilikli Futbol"a,
"Kişilikli Futbol"da " "Futbol Kimliği"ne evrilerek her zaman her yerde değil ama son aşamada "ekol" aşaması ile sonlanır.

Şimdi bu evrilişi alt alta bir daha sıralayalım ki daha açık görülebilsin;

Kişilikli Oyun
Oyun Kişiliği
Oyun kimliği
Kişilikli Futbol
Futbol Kimliği
Ekol

"Futbol Oyunu" ve "Oyunun Futboluna" tüm coğrafyalarda bu şekliye evrilerek tezahür eder.. Edemiyorsa zaten bir yerlerde takılıp kalıyor demektir.

Kıtaları, ülkeleri ve coğrafyaları, futbolda geldikleri düzey açısından analiz ettiğimizde, kimlerin hangi aşamada takılı kaldığını açıkça görmek mümkündür...

Futbolda gelişmemişliğin nedeni yukarıdaki gelişim evrelerine başlamamış olmak veya bir evreye takılı kalmış olmakla açıklanabilir..

"PERFORMANS ALTYAPI DÖNEMİ (16-18 YAŞ) GENEL EĞİTİM İÇERİĞİ


Futbolun iki doğal taktiğidir;

1. Koşmak,
2. Topu koşturmak...

Topu koşturamıyorsanız daha çok koşmak zorundasınızdır.
Ama daha çok koşarken top ile oynamak hiç de kolay değildir.

Veye koşmuyor da topu koşturuyorsanız topun bir eysel ve sık şekilde yönetiminden vazgeçiyorsunuz demektir.

O halde ideal olanı;
Hem topu çok koşturmak, hem de çok koşmaktır.

Daha ideali ve mükemmel olanı ise;
Gereği kadar koşarken gereği kadar topu da koşturmaktır...

Artık tüm takımların müsabaka anında katettiği toplam süre neredeyse eşitlendi.
Ama tüm takımların pas sayısı, topa temas sayısı, topa sahip olmak sayısı eşitlenmedi...

Topa çok sahip olmak elbette hala çok önemli ama müsabakayı kazanmak için garanti bir yeterlilik değil...

Artık sahip olunan topun;

1. 3. bölgede ne kadar kaldığı,
2. 3. bölgeye kaç kez girip çıktığı,
3. 3. bölgede topun ne kadar mesafe katettiği müsabaka sonucunu belirleyen üç gösterge ve yeterliliktir.

İstisnalar dışında neredeyse sonucu garantileyen bu göstergeler bir takımın oyun yeterliliğidir.

ÇOCUKLAR VE ÖĞRENME= ÖĞRENMELER BÜYÜDÜKÇE DETAYLANIR


ÇOCUKLAR BÜYÜDÜKÇE ÖĞRENMELER DE DETAYLANARAK MÜKEMMELLEŞİR.

Çocuklar için öncelikle oyun vardır, pozisyon yoktur...
Yani bütün vardır.. Parça ve bölüm yoktur.
O bütün de ancak algılanabildiği kadarıyla bir bütündür.

Çocuklar büyümeye devam ettikçe oyun önce oyunun bölümlerine, sonra da bölümün içindeki pozisyonlara doğru detaylandırılmaya başlar.

Başka bir benzetmeyle;
Çocuklar önce otomobili görürler.
Otomobil önceleri sadece göründüğü kadarıyla tek bir bütünden ibarettir.
Direksiyon, tekerler sonradan algılanır ve anlaşılır.

Vites, fren, debriyaj ise gibi şeyler ise çok daha sonra.

Hele hele akü ise en son öğrenilen parçalardandır.

Şarj dinamosu ise hiç bir zaman algılanmaz ve öğrenilmez. Çünkü algılanması öğrenilmesi için bir gerekçe oluşmaz..

Çocuklar her şeyi bütünden parçaya doğru algılar, parçadan bütüne doğru da çözümlerler ve geliştirirler.

Futbol da böyledir.
Önce oyun vardır.
O oyun basit, sade ve topun peşinden koşulan bir uğraştır.

Sonra oyun için gerekenler detaylanır. O detaylar ise oyun için gerekenlerin ne olduğunun fark edilmesiyle başlar.

Fark etmek ise gerekeni yapmak veya yapamamak ile ilgilidir.

Bırakın çocuklar gerekeni kendileri önce yapamayarak fark etsinler, sonra da yaparak başarsınlar.

Gelişim doğası ve gelişimin doğası budur çünkü...

21 Haz 2018

FAZLA İLGİ HASTA YAPAR... FAZLA İLGİSİZLİKTE ÖYLE...

"Fazla ilgi çocuğu daha sağlıklı yapmaz; tam tersine onun gelişimini ters yönde etkiler.

Şöyle bir benzetme yapabiliriz: çocuğun yaşaması için besine ihtiyacı vardır, ama çocuğu fazla beslemek onu daha sağlıklı yapmaz, aksine sağlığında kalıcı zararlara yol açar.

Çocuğu ihtiyacı olan besinleri yeteri kadar vermek gerekir, aşırı beslemek çocuğu yiyeceğe bağımlı hale getirebilir" (Mühendis Beyinler, Haz 21, 2018).

Yukarıdaki ifadenin itiraz edilecek bir tarafı yok, öyle değil mi?

Eğitim de de durum benzerdir... Bir çocuktan sürekli daha fazlasın istemek için ona sürekli öğrenebileceğinden daha fazla bilgi, duygu ve hareket anlatmak, göstermek onu daha bilgili, daha duygulu ve daha hareketli ve becerikli yapmaz.

Çocuklara yeterince, anlayabilecekleri ve gerçekleştirebilecekleri düzeyde öğretim yapmak onların öğrenmeleri açısında en doğru olandır...

Elbette tam tersi de yanlıştır.
Çocuklar zamanla her şeyi öğrenir, bilir ve yapar diye düşünürsek, ortaya çıkacak olan sonuç, elbette öğrenir, bilir ve yapar.... Ama oldukça vasat düzeyde...

Yemeğin fazlası hasta yapar. Olmaması veya yeterince olmaması aç ve yetersiz yapar.

Eğitimin nicel olarak ve nitel olarak fazlası bunaltır, başarısız kılar.
Azı veya yokluğu, çaresiz kılar, vasat kılar..

Futbolda altyapı eğitimin en büyük iki sorunu;
1. Fazla eğitim, çok eğitim, yanlış eğitim, yaşa uygun olmayan eğitim ve
2. Eğitimsizlik, eğitime ulaşamama, eğitimde fırsat eşitsizliği ve farkına varamama gibi ilgisizlik, modelsizlik, sistemsizlik ve organizasyonsuzluktur.

12 Haz 2018

ANLAŞIL(A)MAMAK



İNSANLARIN EN BÜYÜK DUYGUSAL VE SOSYAL İHTİYACI "ANLAŞILMAKTIR"... ANLAŞILMAMAK İSE EN BÜYÜK DUYGUSAL VE SOSYAL SORUNDUR.

İnsanlar bebeklik dönemlerinde sadece güvende olmak hissi içindedirler. Anne kucağı ve kokusu bu hissin ve ihtiyacın giderilmesi açısından çok önemlidir.

Sonra gelişim bebeklikten çocukluğa doğru devam ettikçe buna ilaveten sevilmek ihtiyacı başlar. Çünkü sevilmek önemsenme duygusunun ihtiyacı demektir, sevilenler bu ihtiyacı gidermiş olurlar.

Biraz daha büyüyünce akıl ermeye, gönül dinlemeye başlayınca başka bir ihtiyaç ortaya çıkar. Değer görme ihtiyacı. Değer görmek insanın kendini anlamlı ve gerekli görmesi hissinin tatmin edilmesi demektir. Diğerleri gibi giderilmesi çok önemli duygusal ve sosyal ihtiyaçlardan birisidir. Çünkü sadece bedensel bir varlık olarak değil, tinsel olarak da farkındalık anlamına gelen bu his ve ihtiyaç aynı zamanda benlik ve kişilik temeli inşası demektir.

Ama dikkat ettiyseniz insanlar hayatlarının her döneminde ihtiyaç içinde oldukları şeyler ile ilgili hep bir "anlaşılmak" peşindedirler...

Çünkü yukarıdakilerin hepsi "anlaşılmış" olmanın farklı yaşlarda farklı şekillerde ortaya çıkış şekilleridir.

Anlaşılmış olmak demek anlaşılmak peşinde zaman ve emek harcayarak kendini heba etmek ve berbat hissetmemek demektir.

Anlaşılan insan, büyük ihtimal ile "anlayan" insan demektir.

Anlayan ve anlaşılan insanlardan çıkacak şey toplumsal üretim ve toplumsal uyumdur.

Bu ülkenin en büyük sorunu niçin "insan" sorunudur?
Çünkü anlaşılmayan insan aynı zamanda anlamayan insan demektir.

Anlaşılmayan ve anlamayan insanların bir arada yaşamak zorunda kaldığı toplumsal bir yaşam "toplumsal" değil zorunlu olarak bir araya getirilmiş güruh demektir.

Onun için evde, okulda, altyapılarda çocukları anlamak, onların anlaşılma ihtiyaçlarına cevap vermek zorundayız...

Yoksa onlar da biz büyükleri anlamazlar. Yalnızca mecburiyetten anlarmış gibi yaparlar.

Sporcularımızın çoğunun kişilik sorununun altında yatan şey geçmişlerinde yeterince anlaşılmamış olmalarıdır. Büyüdüklerinde ve şöhret olduklarında ise anlamamak onlar için geçmişten öç almak gibi bir şeydir.

FUTBOLDA ULUSLARARASI DÜZEYDE GELİŞMİŞLİĞİN ÖLÇÜTLERİ, GÖSTERGELERİ VE ALTYAPI


Bir ülkenin futboldaki gelişmişliğine ilişkin pek çok gösterge vardır..

En popüler ve en bilinen göstergeler o ülkenin milli takımlar düzeyinde büyük ve önemli organizasyonlardaki başarı düzeyidir.
Dört yılda bir yapılan Avrupa (ve diğer kıtalar) şampiyonası ve Dünya Kupası başarıları bu anlamda esas alınan göstergelerdir.

İkincisi ülkelerin kulüp takımları düzeyinde başta şampiyonlar ligi olmak üzere ağırlıklı kıtalar düzeyindeki büyük organizasyonlardaki başarı düzeyi ile bu organizasyonlara ülke olarak kaç takımla katılıyor olma oranıdır. Bu da gerçekten önemli göstergedir.

Bu ölçütler ve göstergeler elbette geçerliliği olan ve genel anlamda o ülkelerdeki futbol düzeyini işaret eden ölçütler göstergelerdir.

Hele hele bu tür önemli ve büyük organizasyonlarda ülkeler hem milli takımlar düzeyinde, hem de kulüpler düzeyinde başarı elde ediyorlar ve bunu istikrarlı bir şekilde sürdürebiliyorlarsa, bu durum o ülkelerin futbolunun gelişmişlik düzeyi açısından fevkalede önemlidir.

Ama bu göstergeler ve ölçütler en son aşama için değerlendirilen gösterge ve ölçütlerdir.

Peki, bunu yaratan, bunu sağlayan, bunu sürdürülebilir kılan asıl iş ve asıl göstergeler ve ölçütler nelerdir?

İşte bu tamamen "Altyapı üstyapı / Üstyapı altyapı ilişkisi" ile ilgili gösterge ve ölçütlerdir.

Yani;

1. O ülkede futbol oynayan insanların genel nüfusa oranı esas ölçütlerden ve göstergelerden birisidir.

2. O ülkede futbola başlayan çocukların genel çocuk nüfusuna oranı ölçütü ve göstergesi.

3. O ülkede futbola ulaşabilme, futbol ile ilgili okul, kulüp ve federasyon ölçeğindeki organizasyonlarda yer alabilme imkanı ve fırsatının herkese sağlanmış olma yüksekliği ölçütü ve göstergesi.

4. O ülke kulüplerinin altyapılarındaki işleyiş ve amaç ilişkisinin sağlanmış olması ölçütü ve göstergesi.

5. O ülke kulüplerinin profesyonel takımlarında ve A takımında oynayan oyuncuların kaçının kendi altyapısından ve kendi ülkesinin altyapılarından yetişmiş ve oraya ulaşmış olduğu oran ölçütü ve göstergesi.

6. O ülkenin tüm kulüplerinin A takımlarında yer alan yabancı oyuncu sayısı ile yine o ülkenin başka ülkelerin kulüplerinin A takımlarında yer alan oyuncu sayısı oranı ilişkisi ölçütü ve göstergesi.

En başta belirtilen futbol gelişmişlik düzeyini gösteren göstergeyi yaratan ölçütler işte bu 6 ölçüt ve göstergedir.

Rusyada gerçekleşecek olan 2018 dünya kupası sonunda şampiyon olan takımdan itibaren aşağıya doğru sıralanacak olan tüm ülkeleri 6 madde ile verdiğimiz "altyapı-üstyapı/ üstyapı-altyapı" ilişkisine dair ölçütleri göstergeleri açısından incelediğimizde göreceğimiz şey;

Sıralamayı belirleyenin futbolda asıl gelişmişlik gösterge ve ölçütlerine ne derece uygun davranılıp davranılmadığı olacaktır.

5 Haz 2018

BAŞARISIZLIK GERÇEKTEN DE BİR FIRSAT MIDIR?


“Başarısızlık yeniden başlamak için bir fırsattır, en akıllıcası bu.” der Henry Ford....

Ama....

Eğitimde durum biraz farklıdır. Ya da hayat her zaman böyle cereyan etmez...

Pedagojik ve doğru eğitim için çocukların "başarısız" olmalarına neden olmak, yani onları başarısız olacakları sınavlara, uygulamalara, yarışmalara ve eforlara sokup, ondan sonra da onların daha başarılı olmaları için çalışacaklarını düşünmek büyük bir yanılgı ve büyük bir eğitim yanlışlığıdır.

Çocuklar elbette "başarısız" olabilecek durumlar ile karşılaşabilirler. Bu başka bir şey... Ama çocukları özellikle ve çoğu zaman başarısız durumlar ile karşılaştırmak başka bir şeydir..

Çocukları hayata hazırlamak için onları başarısız durumlar ile karşılaştırmak değil, emek harcayarak başarılı olabilecekleri durumlar ile karşılaştırmak gerekir.

Unutulmaması gereken ilke şudur;
Başarısızlık öğrenilmiş bir çaresizlik olduğu an çocuğun geleceği onun ellerinden alıp başkalarına çocuğu teslim ettiğimiz andır.

Buna karşın çocuklar çabaladıklarında ve doğru işler yaptıklarında başarabileceklerini anladıkları an asla "öğrenilmiş çaresizlik" yaşamazlar. Sadece daha fazla veya daha doğru ya da amaca yönelik çalışmaları gerektiğini çözerler...

Futbol altyapı eğitimleri çocuklara bu duyguyu ve bilinci öğreten ve davranışa dönüştüren "okullar" olmalıdır.

Sonuç olarak "Başarısızlığı yeni bir fırsat olarak değerlendirebilmek için, başarısızlığın yıkım olmaması gerekir.

Başarısızlığın yıkım olmaması, tam aksine yeni bir motivasyon olması için çok sık başarısızlık yaşamamak şarttır. Başarısızlık sık olarak yaşandığında ise önce olağanlaşmaya ve doğal karşılanmaya sonra da kişiliğin bir parçası olmaya başlar.

Arabesk kültürün eğitime ve spora yansıması da işte tam olarak budur... Çaresizliğe ve kadere ağıt, kin, öfke ve sürekli bir yansıtma hali ve yetersizlik sendromu ile saldırganlaşma veya tam tersi boyun eğme hali...

Başarısızlığın az yaşanması için yapılması gereken. çocukların gelişim düzeylerine ve özelliklerine uygun çalışmalar, dersler, eforlar, testler ve sınavlardır... Çocuk çabaladığında durumun değişebileceğini hissetmesini sağlayan tüm okul ve spor eğitimi uygulamaları doğru eğitim uygulamalardır.

Yeniden başlamak için aklı kullanmaktan vazgeçmemek gerektiğini öğretmek biz büyüklerin işi, görevi ve sorumluluğudur.

2 Haz 2018

TERLİYKEN SU İÇİLİR Mİ? İÇİLMELİ Mİ?



Cevabı hemen verelim; Terliyken su içilir. Terliyken su içilmelidir. Dahası mutlaka içilmesi sağlanmalıdır.

Küçük yaşlarda hepimize öğretilen ve ne yazık ki hala küçük yaşlardan itibaren öğretmeye ve öğrenmeye devam ettiğimiz yanlış bilgilerin başında "terliyken su içilmez" bilgisi gelir.

Oysa asıl terliyken su alınmalıdır. Çünkü terli olmak demek su kaybetmek demektir.

Bu nedenle terliyken kaybedilen suyun geri alınması, yani su içilmesi sağlık nedenlerine dayalı bir zorunluluktur.

Terliyken su içilmez bilgisi naif gibi görülen ana esasında sağlık sorunlarına neden olabilecek yanlış bir bilgidir. Terlemek demek su kaybetmek demek olduğundan ve kaybedilen suyun hemen yerine konulması gereğinden hareketle terliyken su içilmelidir. Terli halin geçmesini beklemek demek kaybedilen suyu hemen yerine koymamak demektir.

Suyu hemen yerine koyulmaması belli düzeylerde akut dehidratasyona (aşırı su kaybı) neden olmak anlamına gelmektedir. İlk anda vücuttaki metabolik faaliyetlerin zorlanması, ağırlaşma, ısınma ile kendini gösterir. Bunun nedeni ve sonraki aşamaları sıcaklığın artması, mineral yoğunlaşması, basınç yüksekliği ve ilerleyen ve tekrarlanan süreçlerde böbreklerde üre / kreatin yükselmesi şeklinde kendini gösteren sağaltım sorunları demektir.

O halde bir kez daha söylemek gerekirse; "Terliyken su içilir ve içilmesi sağlanır" demek durumundayız.
Terliyken içilmemesi gereken şey soğuk sudur. Soğuk su içilmemesi gereği ise vücut ısısı artmışken alınan suyun derecesi arasındaki farkın yaratacağı reaksiyon ve şok etkisidir. Bu daha çok ilk savunma düzeneği olan bademciklerin uyarılması ve haliyle boğazın şişmesi ile kendini gösterir.

Bademciklerin iltihaplanması ve uzun süreli enfeksiyonel durumun devam etmesi ise başka hastalıkları tetikleyebileceğinden istenmeyen bir sağaltım sorunu demektir. Özetle terliyken su içilmeli ve içilmesi sağlanmalı ama vücut ısı farkı ile suyun soğukluk farkı çok fazla olmayacak şekilde olmasına özen gösterilmelidir. Bu arada görece ve sağlık sorunu oluşturmayacak düzeyde soğuk suyun emilimi daha kolay ve daha rahat olduğunu da eklemekte fayda vardır.

Ayrıca su içme biçimi konusu su içmek kadar önemlidir. Bir defada içilen su miktarı 100cc'yi geçmemelidir. Bir batında alınan fazla su mide basıncı ve mide basınç düzeneğini bozar. Egzersiz, efor ve oyun sırasında ise suyun yudum, yudum azar azar alınması daha sağlıklıdır.

İçilecek sıvı konusu da çok önemli bir meseledir. Su kaybında yerine konması gereken öncelikle ve acil olarak saf sudur. Uzun süreli eforlarda ise enerji veren ve yorgunluktan dolayı istemsiz kas kasılmalarını (krampları) önleyen bazı mineraller ile takviye edilmiş sular, tercihen ve duruma göre önerilebilir.

Kimileri terlendiğinde fazlaca mineral kaybedildiğin düşünür. Oysa öncelikle ve sadece kaybedilen şey sudur. Bunun yol açacağı şey ise daha çok vücutta mineral yığılması/yoğunlaşması demektir. Bunu önlemenin yolu ise kaybedilen suyun yerine koyulmasıdır.

Mineral kaybı ise çok uzun eforlarda meydana gelir. Vücuttaki su ve elektrolit dengesi meselesinde öncelik suyundur. Acil yerine koyulması gereken sudur. Mineral kaybı veya dengesi iyi beslenildiği durumlarda ve normal eforlu sporlarda kolay kolay bozulmaz.

TOP VE ÇOCUK


BEBEKLİK ve ÇOCUKLUKTA "NESNELERE" OLAN İLGİNİN SEYRİ... FUTBOL AÇISINDAN "TEKNİK VE TAKTİK EĞİTİM ADINA" BURADAN ÇIKARILMASI GEREKEN SONUÇ...

Çocuklar 12 yaşlarına kadar daha çok NESNE ile ilgilidirler. Sadece nesneleri görürler..
Buradan çocuklar nesnelerden başka bir şey görmezler anlamı çıkarılmamalıdır.

Buradan çıkarılacak anlam, çocukların nesnelerin hareketinden, amacından ve işlevinden çok nesnenin kendisine yönelik ilginin daha önem taşıdığıdır.
Bu bağlamda bir nesne olan top, topun farklı kullanım şekillerinden çok daha öncelikli önemlidir.

O yüzdendir ki, çocuklar için varsa yoksa toptur.
Top varsa oyun vardır. Top yoksa oyun yoktur.

Burada "görme" meselesinden kasıt dikkat, ilgi ve ihtiyaç bağlamında bir görmedir.

Çocuklar eğer bir oyunda top varsa veya bir top oyunu içindeyseler tüm ilgileri, dikkatleri ve ihtiyaçları doğrudan toptur. Ona dokunmak, sahip olmak ve bir şekilde ona yakın olmaktır.

Topu görme (topa odaklanma) yani nesnelere karşı görme ve odaklanma 1 yaşlarından itibaren başlar.

Ama hareket etme süreciyle birlikte bu odaklanma ve ilgi anlamlı bir hal almaya başlar.

Ve bu süreç 2-3 yaşlarından, 12 yaşlarına kadar hep bu şekilde devam eden bir süreçtir.

3 yaşlarından ise hareket eden top ve topun hareket etmesi daha ilgi çekici bir hal almaya başlar. Çünkü topu izleyebilme yeterliliği devreye girrmeye başlamıştır.

Bunun anlamı topu yakalama, yakalamak için hareket etme demektir.

Top ile beraber, topu takip etmeden dolayı devreye alanı görme özelliği girer. Alanı görme 3 yaşlarından itibaren başlasa da pek bir anlam ifade etmez. Çünkü alan toptan daha önemli, daha değerli ve daha gerekli değildir çocuk için...

Alan farkındalığı söz konusu değildir. Alan sadece topun hareket ettiği yerden ibarettir.
12 yaşlarına kadar alanı görme, alanın farkına varma yani mekan algısı topu görmeye, top algısına eklenerek ama azar azar gelişerek devam eder.

Özetle çocuk 12 yaşlarına kadar alan, bölge saha için oyun oynamaz. Top için oynar, topa göre oynar ve top ile oynar...

Bu çocuk olmanın ve gelişim düzeyinin bir özelliği olduğu kadar gereğidir de...

Dememiz o ki;

Çocuklar çocukluk süreçlerinin neredeyse tamamında sadece ve çoğunlukla topu görüyor ve topa odaklanıyorlarken bu fırsatı iyi değerlendirmek en doğru, en doğal ve en bilimsel eğitim yaklaşımıdır.

Çocuklar alanı görmeye başlamadan, alan farkındalığı oluşmadan verilecek taktik eğitimlerin çoğu boşa harcanmış emek ve top ile ilişkili hareket becerileri gelişimi açısından kaçırılmış zaman fırsatları demektir.

Özetin özeti benzetmeler ile şu şekilde ifade edilebilir.
Çocuklar kuşa bakarlar kuşun uçuşuna değil.
Uçuşa bakmaya başladıklarından itibaren başka şeyleri de düşünmeye başlamışlar demektir.

Çocuklar arıya bakarlar arının bal yapışına değil, Bal yapmaya bakmak için bal yapmanın ne demek olduğunu anlamaya başladıkları andır.

Ve çocuklar topa bakarlar, topun hareketlerine değil,
Topun hareketleri ile kendi hareketleri arasında bağ kurma başladığında başka işler yapma imkanı ve ihtiyacı da başlar.

Taktik dediğimiz şey "oyun stratejisi" yani oyunu planlanan şekilde ve belirlenen şekilde oynamak demektir. Bunun için topsuz oyun ve top ile oyunun belirlenen hareket formasyonlarına göre oynanması gerekir.
Dolayısıyla çocuğun sadece topa değil, artık kendisine, alana, bölgeye, rakibe ve takım arkadaşına da bakması, görmesi ve daklanabilmesi gerekir..

9 yaşına kadar taktik adı altında çocukları toptan uzaklaştırmamak gerekir..
10-12 yaşlarında ise taktik adı altında çocukların top ile ilgili hareket becerileri ve yaratıcılık özelliklerine ket vurmamak gerekir..

Taktik dediğimiz şeyi çocuğa uydurmalıyız... Çocuğu taktiğe değil..

Kulüp ve takım oyun formatı ve taktik formasyonu 12 yaşından sonra başlayan bir eğitimdir.. Daha önce değil....

EĞİTİMDE "ÖĞRETEN-ÖĞRENEN" İLİŞKİSİ ÜZERİNE....

ÖĞRETEN İÇİN TEMEL İLKE NE OLMALIDIR?

Çocuklara ve gençlere sürekli "şöyle yap", "böyle yap" diyerek, çocuk ve gençlerden o an için yaptıkları her neyse onu söylendiği gibi "doğru" şekilde yapmalarını istiyoruz...

Özellikle sahada ve çoğunlukla da uygulama anında, çocuk ve gençlerden sürekli nasıl hareket etmeleri gerektiğini söyleyerek, onlardan söylediğimiz şekilde hareketleri gerçekleştirmelerini istiyoruz.

Bu sadece futbola has bir durum değil..
Okullarda da durum böyle.

Eğitimimizin öğreten-öğrenen ilişkisinde "öğreten faktörü"nün rolü bu.
Bu rol yanlış veya eksik bir rol...

Gelişmiş eğitim sistemlerinde, öğretimin olduğu her alanda öğretenin rolü bu değildir. Öğreten yapılacak şeyi ve nasıl yapılacağını gösteren ve söyleyen demek değildir. Bu işin sadece küçük bir parçasıdır. Asıl iş ve rol başkadır.

Öğreten eğer sürekli ve sadece ne yapılması ve nasıl yapılmasını dikte ediyor ve öğretim işini böyle gerçekleştiriyorsa ÖĞRENEN DE İSTENİLEN HER NEYSE ONU İSTENİLDİĞİ ŞEKİLDE YAPMAYA ÇALIŞMAKTADIR... Bu durumda öğrenen öğretenin bir aracı durumunda veya konumunda olmaktadır.

Çünkü öğretim "sadece kendinde olanı ve kendisi gibi olanı" ortaya çıkarma işi olmaktadır.

Oysa eğitim öğrenenin özelliklerini ortaya çıkarma işidir. İşte bu öğretenin öğretim becerileri ile ilgili donanım ve yeterliliği ile ilgili mesleki bir özelliktir.

Bu öğretenin (öğretmen veya antrenör) öğrenene göre davranması, onun duygu, düşünce ve yaratıcılık özelliklerini tetiklemesi, bu anlamda eğitim ortamlarını ve koşullarını sürekli değiştirerek, onun kendisini en iyi şekilde ifade etmesini sağlayacak fırsatlar yaratması eğitimin doğru ve amaçlı bir iş olduğunu gösterir.

Buraya kadar söylenenlerde şu sonuç çıkarılmalıdır;
Öğreten önemlidir.

Öğreten, öğretilecek olan ne varsa, bunlara çocuğun ve gencin ulaşmasını sağlamalıdır. Al bunu yap, böyle yap demek öğreticilik değildir.

Öğretici (öğretmen ve antrenör), Öğrenmeyi (öğrenci ve sporcuda);

1. Problemler yaratarak ve o problemleri çözmelerini isteyerek sağlamalıdır.

2. İp uçları vererek, sonuca ulaşmalarını isteyerek sağlanmalıdır.

3. Alanı değişikliği yaratarak öğrenmeyi sağlamalıdır.

4. Araç değişikliği sağlayarak öğrenmeyi sağlamalıdır.

5. Koşu ve kural değişikliği sağlayarak öğrenmeyi sağlamalıdır.

6. Takım, grup sayısı veya niteliğini / sayısını değiştirerek öğrenmeyi sağlamalıdır.

7. V.b.

Özetle çocuğa balık yemeyi değil, balık tutmayı öğretemediğimiz veya öğrenmesini sağlayamadığımız sürece, yeni durumlara ve koşullara uyum sağlayamayan ve kendini sürekli geliştirme isteği, gerekliliği hissi, düşüncesi ve değerleri olmayan kişiler yetiştiriyoruz demektir.

Yani öğretim var ama öğrenme yok demektir.

REDDEDİLMESİ GEREKEN İKİ TÜR EĞİTİM FELSEFESİ

Eğitim elbette iyidir.

Ama bu aldığınız eğitimin niteliği ve amacı doğrultusundaki içeriği ile ilgili bir şeydir.

Okulsuz eğitim olsun, okullu eğitim olsun hiç fark etmez, eğer alınan ve verilen eğitim aşağıdaki iki maddeyi içermiyorsa yararsız ve hatta zararlı bir eğitimdir.

1. Eğitim üretim içindir. Dolayısıyla buna uymayan eğitim reddedilmelidir.

Eğer alınan ve verilen eğitim üretimi arttırmıyor veya üretim kalitesini olumlu yönde değiştirmiyorsa yararsız demektir.

2. Eğitim tüm doğa ve tüm canlılar içindir. Doğaya, insana ve diğer canlılara iyilik ve güzellik sağlamıyorsa reddedilmelidir.

Eğer alınan ve verilen eğitim tüm canlılara ve doğaya egemen olmak ve hükmetmek amacı taşıyorsa, bu anlayış üzerine inşa edilmişse o eğitim almamak, almaktan daha iyidir. Çünkü bu tür bir eğitim zararlıdır.

Özetle her eğitim iyidir diyemeyiz.
Eğitim kötüsü de vardır.

Kötü eğitim başka bir şey, eğitimin kötüsü başka bir şeydir.
Kötü eğitimi düzeltebiliriz. Kötülük üzerine inşa edilmiş eğitimi düzeltemeyiz.

Kötülük eğitimi reddedilmelidir. Bu futbolda da böyledir.
Çünkü genel felsefi bir yaklaşımdır ve pek ala futbola göre de düşünülerek, uyarlanarak gereken tavır alınmalıdır.

ALTYAPI VE INİESTA


Böyle futbolculara ülke ve toplum olarak sahip olmak ne onur verici bir şey...

Düzgün, duygusal, romantik, sevecen, narin, işini iyi yapan, kompleksiz ve hayatı iyi kavrayan.. Her haliyle ticari futbol çölünde açan güzel bir çiçek gibi... Her haliye ideal bir "insan"...

Ineasta 20 mayıs akşamı oynadığı son lig maçı ile, tam 16 yıl önce A takım ile ilk kez müsabakaya çıkmış olduğu Nou Camp stadına veda etti..

Ama aslına bakarsanız bir türlü edemedi...

Herkes gitti... O kaldı.... Nou Capm'ta tek başına... Yürüdü, oturdu, ağladı, ayakkabıllarını çıkardı.... Yalınayak yürüdü.... Ve hesaplaştı... Muhtemelen bu hesaplaşmada alacak ve verecek çıkmadı ama bir ömrün neredeyse üçte birinin muhasebesi çıktı..

Velhasıl Iniesta iki saati bulan "yalnızlığın vedasında" stattan ayrılmadı... Daha doğrusu ayrılamadı...

Bu bir bütünden kendini koparma halidir. Daha ufak bir bütün olabilmek sancısı gibi bir şey bu.... Bir nevi bölünmenin yok olurken başka bir var oluşa tekamül edişidir bu...

Ama bu bölünme bir aşk bölünmesi.... Aşklar kolay bitmez. Biterken can yakar, iç kavurur..Ama yeni aşklar doğurur...

Çünkü en güzel aşklar tutsak almayan ve tutsak etmeyen aşklardır.

Iniesta için haftalardır boşuna söylenmedi bu kadar söz ve boşuna yazılmadı bu kadar cümle..

Çünkü İniesta, futbolun efendi ve sanatçı ruhlu virtiözü olduğu kadar duygusal bağlılığın en tipik örneklerinden birisi olan bir futbolcuydu...

Üstelik en iyi olup, en iyi ikinci olmayı seçen futbolcuydu... Çoğu kişinin pek yapamadığı...

Bir kulübe ve bir takıma bağlılık ancak kültürel anlamda bazı birliktelikler ile beraber gelişir. Bu acıda, tasada, sevinçte, zaferde paylaşmak ile ilgili bir kültürdür...

Mesele galiba biraz da bu... Iniesta sadece bir futbolcudan öte, o kültürün de iyi, güzel ve özel bir insanı...

ÇOCUKLAR NEDEN "MAÇ YAPALIM" DER?

ÇOCUKLAR, OYUN, YARIŞMA ÜZERİNE VE ÇOCUKLARDA "MAÇ YAPMA" İSTEĞİNİN ANLAMI...


Çocuklar yarışmak için oyun oynamazlar.
(Çocuklar yarışmak ve kazanmak için "maç" yapmazlar)...

Çocuklar oyun oynarken yarışırlar ve oyunun sonunda da ya kazanmış, ya kaybetmiş ya da berabere bitirirler.
İşte sözünü ettiğimiz şey buradaki kazanmış veya kaybetmiş olma asla oyun oynamış olmanın zevk ve tatmin olmuş olma duygunun önüne geçmez..

Bu söylediklerimiz çocukların doğal ve kendi kendilerine oynamış oldukları oyunlar/maçlar ile ilgili yaşanan düşünce ve duygulardır.

Ama ne yazık ki, şimdi böyle değil...
Şimdi oyunun ve maçın ön şartları ve ön amaçları var.
Dikte ettirilen şeyler var.
Kazanmak.. Kazanmak için oynamak ve dolayısıyla "müsabaka" denilen şey var...

Çocukların "hadi maç yapalım" demesini özledik.
Oysa çocuklar "hadi maç yapalım" derlerken bir ihtiyacı ifade ederler.
Bu ihtiyaç eğlenme ihtiyacıdır.
Oyun oynayarak eğlenme isteğidir.
İşte o "hadi maç yapalım" ifadesindeki maçta yarışma ve kazanma amacı değil, oyun oynama amacı ve isteği asla ihmal edilmemeli ve unutulmamalıdır.

Bakınız çocuk gelişimi açısından 10 yaşına kadar %100 oranında, 10-12 yaşlarında ise yine oldukça büyük ölçüde çocuklar yarışmak ve kazanmak için oyun oynamak peşinde değillerdir.
Onlar oyun ve kendilerini ifade etmek peşindedirler.

Kısaca tekrar ifade etmek gerekirse;
Çocuklar yarışmak için oynamazlar. Oynarken yarışırlar.. Bu yarış oyunun önüne geçmez... Sadece oyunu daha eğlenceli ve daha ciddi kılar...

ALTYAPIYI ÜSTYAPI BELİRLER

NİTELİK ÖNEMLİDİR... NİTELİĞİ SAĞLAMAK ULUSAL ve TOPLUMSAL BİR MESELEDİR

1. Üstyapılarınız nasılsa ve neyse altyapılarınız da öyledir...

2. Üstyapılarınız oyun olarak, teknik adamlar olarak ve oyuncular olarak altyapılarınızın rol modelleridirler..
Bunu değiştiremezsiniz…

3. Futbolda elbette futbolun içinden gelenler olacaktır… Bu Avrupa’da da böyledir... Başka yerlerde de böyledir...

Ama futbolun içinden gelenler de kendilerini evrensel ihtiyaçlara ve koşullara göre, çağın gereklerine göre hem kişilik olarak, hem davranış olarak, hem alan bilgisi olarak, hem entellektüel birikim olarak geliştirmek, değiştirmek ve gerekirse dönüştürmek zorundadırlar...

Aksi halde futbolun yüzü, çehresi ve niteliğini değiştirmek asla mümkün olamayacaktır...

Bunun çözümü aslında bellidir.
Oyunculuk ve sonraki süreçte kimlik, kişilik ve tutum ve davranışlar konusunda uluslararası boyutta ve yapıda duruşu ve yaşantısı olan kişilere fırsat ve imkan tanıyarak....

Siyaseti, adam kayırmayı, ikili ilişkileri ve "hamili kartvizit" uygulamalarına son vererek, araştırmacı, öğrenmeye ve gelişmeye açık, konuşmasını, yazmasını bilen futbol insanlarının önlerinin açılmasıyla mümkündür...

Dolayısıyla bunun çözümü bir memleket meselesidir.

Ulusal bir spor ve furbol politikası belirlemeden, belirlenen bu politikayı siyasete bulaştırmadan, her şeyi olması gerektiği gibi yürütmeyi sağlamadan Türkiye sporu ve futbolu olması gerektiği yerde olamayacaktır...

OYUN ALANLARININ YAPISI VE UYARAN İLİŞKİSİ

Oyun alanlarındaki, kazaya sebep olma olasılığı olan nesnelerin kaldırılmasına yönelik eğilim, diğer bir açıdan bakıldığında çocukların sab...