18 May 2018

ANTRENÖRLÜK MESLEĞİ YAPILANMASI VE ANTRENÖR YETERLİLİKLERİ MESELESİ


(1)

Yeterlilik bir iş alanında, o iş alanına yönelik mesleki yapılanmalara ilişkin o mesleğin gereklerini gerçekleştirebilmek için sahip olunması gereken tüm özelliklere sahip olmaktır.

Peki, Antrenörlük nedir?
Spor alanına ilişkin, eğitim ve spor iş alanı ile ilgili bir meslektir.

Bu durumda "yeterlilik" kavramı "mesleki bir yeterlilik" halini almakta ve o mesleğin gereklerine yerine getirebilecek tüm özelliklere sahip olmayı ifade etmektedir.

Antrenörlük mesleğinin de amaçları ve işlevleri bakımından ayrıldığı veya ayrılması gerektiği durumlar vardır.

Antrenörlük bir spor dalına özgü mesleki bir alan olmaktan çoktan çıkmıştır.

Artık cimnastik, atletizm veya futbol antrenörü gibi mesleki sıfatları yetersiz ve tam isabetli sıfatlar değildir.

Dolayısıyla antrenörlük mesleğinin amaçları ve işlevleri bakımından sadece a, b, c veya 1. 2. 3. seviye diye kategorize edilmesi en büyük sorunlardan birisidir.

Antrenörlük mesleği amaç ve işlevsellik açısından tüm spor branşlarına yönelik "yetiştiricilik", "geliştiricilik" ve yarıştırıcılık" bakış açılarıyla inşa edilmesi ve sıfatlandırılarak alt meslek dalları haline getirilmesi zorunluluğu fevkalade önemlidir.

Ancak bundan sonra yeterlilik denilen bir mesleği yapabilecek gereklere ve özelliklere sahip olma meselesi netleşebilir, ölçütlendirilebilir ve değerlendirilebilir hale gelecektir.

Genel yeterlilik bambaşka bir şeydir. O olmazsa olmazdır.

Ama mesleki yeterlilik anlamında asıl iş ve olması gereken özel yeterliliktir.

Ama bunun için "antrenörlük" mesleğini amaca ve işlevselliğe göre ayırmak, kategorize etmek ve gerçek birer mesleki uzmanlık halinde tescil etmek zorunluluğu şarttır.

Aksi halde çocuklar üzerinde kendini kanıtlamaya çalışarak başka amaçlar peşinde koşan antrenörler için değil belki ama çocuklar için mesele büyüktür...

(2)
Yukarıda "yeterlilik ve iş alanı, meslek alanı ve meslek alanı olan antrenörlük" ilişkisine giriş yaparak "antrenörlüğün de tüm meslek alanları gibi bir "yeterlilik" meslek alanı olması gereğini ve vurgusunu yapmıştık.

Spor alanı (yani iş alanı), buna bağlı olarak gelişen meslek alanları yani antrenörlük mesleği önce spor çeşitlerini sonra da o spor çeşitlerine ilişkin antrenörlük meslek alanlarını ortaya çıkarmaktadır.

Spor alanları sürekli büyür gelişir ve detaylanırken ona bağlı iş alanları sürekli gelişir, büyür ve detaylanır.

Dolayısıyla artık "spor eğitimcisi" diye bir iş ve meslek alanı çok geniş çerçeveli bir alan olmuş, yeterliliği açısından içinden çıkılamaz bir alan ve meslek halini almış bulunmaktadır.

Beden eğitimi alanı ve mesleği bu anlamda en temel iş ve meslek alanı olarak durmaktadır.

Ülkemizde yerleşmemiş ve yok ama beden eğitim içinde konumlandırılmış olan "hareket eğitimi iş alanı ile hareket ve oyun eğitimcisi" beden eğitim alanının önceli olarak var olması gereken bir alan ve bir meslek grubu olmalıdır.

Diğerleri malum,
Sağlık alanı ve fitnes ile ilgili alanlar ve meslek grupları,
Bunun içinde görülen ama kendine özgü iş alan ve meslek alanı olan Dans ve türevleri alanı...
Bunlar daha çoğaltılabilir.

Biz esas konumuza dönelim.
Spor iş alanı oradan futbol iş alanı ve meslek alanına geçelim.
Futbol bir iş alanı olarak doğrudur ama tek bir meslek alanı olarak artık çok geniş bir alandır.

"Futbol antrenörü" diye bir meslek yeterlilikleri açısından bakıldığında altından kalkılamayacak kadar çok ve geniş bir hal almıştır.

Dolayısıyla zaten kondisyon antrenörü, kaleci antrenörü, teknik direktörü, istatistikçisi, analizcisi, araştırmacısı, yetenek tarayıcısı, psikoloğu, sosyoloğu, diyetisyeni, yöneticisi, koordinatörü gibi alt iş ve meslek alanları oluşturulmuş durumdadır.

Artık gelmek istediğimiz yere gelebiliriz.
Bunlardan her biri birer meslek ise ki öyledir, bu mesleklerin uzmanı olabilmek için o mesleğin gerekleri olan
-kişilik ile ilgili,
-beden ile ilgili,
-bedensel özellikleri ile ilgili,
-alan bilgisi ile ilgili,
-alan becerisi ile ilgili,
-alan öğretimi ile ilgili,
-alan değerlendirmesi ile ilgili,
-alan planlama, programlama ile ilgili
"YETERLİLİKLERE" sahip olunması gerekir.
Peki, nasıl anlayacağız bu yeterliliklere sahip olunup olunmadığını?

İşte bunun tek göstergesi de söz konusu yeterliliklere ilişkin "yeterlilik çıktıları"dır.

Yeterlilik çıktıları standartlaştırılmış, normlaştırılmış pratik ölçme ve değerlendirmelerdir.

Bir kişi antrenör olduğu meslek alanındaki bütün yeterlilik çıktılarını ortaya koymak, somutlamak ve göstermek zorundadır.

İşte bu nedenle "futbol antrenörlüğünü" mutlaka ama mutlaka önce altyapı antrenörlüğü ve üstyapı antrenörlüğü diye sınıflandırmak (payelendirmek değil) adını koymak ve ona göre yeterlilik göstergeleri hazırlamak için gereklidir.

Ama yetmez...

Altyapı antrenörlük mesleğini de yine kendi içinde mutlaka sınıflandırmak gerekir.

Çünkü mesleki yeterliliğin kimlere yönelik olarak, neye ilişkin olarak düzenlenmesi gerekir.

Bu anlamda bir altyapı antrenörünün 8 yaşından 18 yaşına kadar 10 yıllık gelişim ve eğitim psikolojisi yeterliliklerine vakıf olması şekil olarak kolay ama pratik olarak zor ve verimsizdir.

Bu bağlamda altyapıları;
1. Futbol Altyapı Temel Eğitim Antrenörlüğü ve Yeterlilikleri,
2. Futbol Altyapı Gelişim Eğitim Antrenörlüğü ve Yeterlilikleri,
3. Futbol Altyapı Performans Antrenörlüğü ve Yeterlilikleri
Olarak belirlemek ve hazırlamak ve bu yeterliliklere her anlamda vakıf olmak ve ilgili yeterlilik çıkıtlarını sergilemek bir altyapı futbol antrenörü için "gerçek bir altyapı antrenörü" meslek kimliği edinimi ve işlevsel mesleki kimlik anlamına gelecektir.

Böylesi bir modelde "mesleki yeterlilik" meselesi daha kolay halledilir durumdadır.
Futbol Altyapı Temel Eğitim Dönemi Mesleki yeterlilikleri sadece 8-12 yaş çocuklarını ilgilendiren bir uzmanlık olacaktır.

Bir antrenörün 8-12 yaş çocukları ile ilgili "Gelişim psikolojisi-Futbol Eğitimi" açısından sahip olacağı tüm yeterliliklere sahip olma hem kolay, hem sağlıklı ve hemse verimlilik açısından muhteşem olacaktır.

16 May 2018

FUTBOLDA "TİKİ TAKA" OYUN ANLAYIŞI VE BİR KAÇ SORU İŞARETİ


Önce bu oyun anlayışının güzelliğini, herkesi sisteme dahil eden kolektifliğini ve takım olma üzerindeki etkilerini belirtmekte büyük yarar var.

Kısa paslar ile verkaç sistemi üzerine dayalı bir oyun oynama biçimi ve anlayışı olan Tiki Taka oyun sistemi esasen Rinus Milnius'un total futbol anlayışından doğan, Johan Cruyff'ın futbola kattığı ve Pep Guardiola'nın sıkça kullandığı bir oyun sistemine dönüşmüştür.

Amaç topa en fazla sürede sahip olmak ve isabetli pas yüzdesi ile oynamaktır.

Futbolu neredeyse bir bilgisayar oyununa (play-statition) çeviren bu oyun sistemi, futbolu elbette yukarılara taşımış ve zenginleştirmiştir.

Çok daha önemlisi bu sistem boy, güç ve bazı bedensel özellikleri nedeniyle birçok yetenekli oyuncuya yeni bir kapı açmış ve bu yüzden harcanıp gitmelerini engellemiştir.

Yine bu anlayışı teknik becerileri düşük, oyunda alan bulma ve alan yaratma özellikleri yetersiz ve paylaşma duyguları olmayan oyuncu tiplerine ise kapıları kapatmıştır.

Tiki taka özetle bir pas oyunudur.
Pas verme ile pas alma davranışları üzerine şekillen bu oyun sistemini bozacak olan tek şey elbette pas trafiğin kesmektir.

İlk akla gelen budur.
Pas trafiğini kesmeyle uğraşmayı sağlamak zaten bu oyunun asıl amacıdır ve üstünlüğüdür...
Çünkü pas kesmeye odaklanan rakip takım, kendi oyunu bırakmış ve rakibine teslim olmuş demektir.

Yani eleştirel not olarak kaydedeceğimiz şey bu değildir. Daha başka bir şeydir.

Daha çok da altyapılarda tiki-taka eğitim sonuçları ile ilgilidir.

1. 12 yaşından önce tiki taka oyun eğitiminin yol açabileceği bazı olumsuz sonuçları ve
2. Farklı oyun anlayışlarına karşı çözüm üretme/ problem çözmenin zorlukları konusuydu.

Biliyorsunuz "tiki taka" yani "kısa pas ve duvar pası" pratiğine dayalı oyun anlayışınında pası verenden çok pası alacak olanın hareketliliği çok önemlidir.

Pası verecek olan oyuncu, pas vereceği kişiyi olması gerektiği yerde bulamazsa, oyun çöker veya devam ettirilemez.

Bu oyunu en iyi oynayan efsane oyunculardan birisi olan Barcelona oyuncusu Xavi'nin dediği gibi;

“Topla buluştuğumda çevremi iyi kontrol etmiş olurum; bu yüzden hamle yapacak kadar vaktim olup olmadığını ya da rakip oyuncunun bana ne kadar yakın olduğunu bilirim. En önemli nokta bu. Baskı altındaysam topla fazla oynamadan rakibin kapmasını engellemeye çalışırım. Yani aslında rakip oyunculardan uzak kalmak için fırsat ararım. Daha sonra da topu takım arkadaşlarıma verecek pozisyonu kovalarım.”

Yani pası alacak olanın sürekli hareket halinde olması ve doğru açı ve yöne hareketlenmesi çok önemli.

Biz bu oyun anlayışını kendi dilimize uygun olarak "ayağında top tutma pas ver, boşa kaç pas al" oyunu olarak ifadelendiriyoruz.

Dolayısıyla oyun kendi içinde tutarlı, koordineli ve akıllıca. Topa sahip olmak ise son derece önemli, aksi halde oyunda yoksunuz demektir.

Şimdi gelelim iki soru işaretine;

1.Biliyorsunuz çocuklarda 10-12 yaş futbola ilişkin top ile ilişkili neredeyse tüm hareket becerilerinin gerçekleştirilmesi çalışılması ve öğrenme ve yaratıcılık konusunda "sihirli" dönemdir. Yani çok yönlülüğün ve özgürce hareket ederek yeni şeyler keşfetmenin ve bunu beceriye dönüştürmenin altın çağıdır.

İşte bu yaşlarda söz konusu yaş gruplarını tiki taka'ya zorlamak veya tüm zamanları pas oyunu veya pasa dayalı oyun ile doldurmak demek onları bir açıdan çok geliştirirken diğer açıdan engellemek veya kısıtlamak demektir.

Bu durum göz önüne alınır ve çocukların bazı bireysel özelliklerini sınama, deneme ve uygulama fırsat ve imkanları onlara tanınırsa, top ile bireysel oyunlar ve davranışlarının önü açılırsa çok yönlü gelişim olanağı da ihmek edilmemiş olur.

2. İkinci soru işareti; Tiki-Taka oyun anlayışında bilindiği üzere topun yerde kalması veya tutulması önemli. Ve sahanın bir bölgesinin ağırlıklı olarak kullanılması da önemli. Karşı takım top çalabilen veya topu kazandığında uzun oynayabilen ve geniş alanda isabetli ve çabuk oyun oynamayı becerebilen bir özelliğe sahipse, tiki-taka oyununa çok adapte olmak yetmeyebilmektedir. Bu oyuncuların bu tür oyunlara karşı da "hemen topu kazanmak" dışında çözüm üretebilecek oyun davranışlarının olması şart.
( Barcelona'nın son iki yıldaki 3. bölgedeki oyuna son verip, tüm bölglerde oynamayı seçmeye yönelmesi ve Manchester City örneklerinde olduğu gibi).

İşte bu soru işareti göz önüne alındığında pasa dayalı oyun sisteminin daha uzun süre futbol oyununda hakim oyun anlayışı olarak devam edeceği kesin gibi görünüyor.

ÇOCUKLAR YARIŞMAK, KAZANMAK, MÜSABAKA VE OYUN ÜZERİNE.

"Çocuklar kazanmak için yarışmazlar. Yarışmak için oynamazlar. Eğlenmek için oynar, oynarken işin doğası gereği ve ölçülerde yarışırlar. Yani onlar için amaç; Kazanmak, kazanmak için yarışmak ve yarışmak için oynamak değildir".

Bu cümle elbette şu an için birçok kulübün altyapı biriminde sürdürülen eğitim yaklaşımı ve yarışmacı spor anlayış ve kazanan takım yaratma amacı ile örtüşen bir ifade değildir.

Doğrudur. Bu anlamda tartışmalı bir cümledir.

Ama çocukların 16-17- ve 18 yaşlarından sonraki spor hayatlarının devamı ve üst düzeyde gelişim elde etmelerini sağlamak açısından "tartışmalı" bir ifade değildir.

Çocuğa sürekli yarışma ve kazanma gerekliliği empoze ederek, dahası iyi yarışmayan ve kazanmayanlara şans vermeyerek sürdürülen bir eğitim ortamında çocuklar dönüştürüldüğü ve yeni duruma zorla adapte edildiği için onlar artık birer yarışmacı olurlar.

Lakin "gelişim psikolojisi ve yaş gruplarının gelişim açısından bakıldığında " yani kendi akışı ve doğallığı içinde bakıldığında, "yarışma ve kazanma" üzerine herhangi bir ortam yaratılmadığında ve empoze edilmediğinde çocuklar sadece ve sadece oyunu daha ciddi oynamak için kazanma ve kaybetmeme peşindedirler. O kadar.

Zaten bu durumda amaç oyun olmaktadır. Oyunun iyi oynanmasının sağlanması olmaktadır.

Yarışma ve kazanma ön plana çekilince "amaç" haline gelince oyun oynamak ve eğlenmek ikinci ve üçüncü planda kalmaktadır.

Çocukları isterseniz test edebilirsiniz.

Kimse olmadan birbirleriyle sokakta yaptıkları maçlar çok daha zavkli ve üstelik çok daha verimlidir.

Niçin?
Kıyaslanma, gerginlik ve kaybettiğinde rencide edilme endişesi olmadığı için.

Yapılan gözlem çalışmaları, deneysel çalışmalar ve gelişim psikolojisi literatürlerinde yer alan "gelişim özelliklerinin oyuna yansıması" konusunda pratik anlamda şu sonuçlara ulaşmak mümkündür;
Çocuklar 10 yaşlarına kadar neredeyse %100 oranında kazanma amaçlı oyun oynamaktan kaçınmaktadırlar.
"Hadi maç yapalım" demek ve bunu istemek aslında "hadi oyun oynayalım" anlamındadır ama bu oyun ciddi olmalıdır.

Oradaki maç ifadesi kazanmayı amaçlamak ve yenmek için oynamak değil, oyunu ciddi oynamak isteğinin ve duygusunun bir yansımasıdır.

Çocuklar 10-12 yaşlarında müsabaka yapmayı tamamen kişisel becerilerini kanıtlamak ve sergilemek için isterler. Çünkü diğerlerinden farklı olduğunu göstermenin en iyi yolu müsabakadır. Burada da kazanmak ve yenilmemek gibi amaçlar asdla ön planda değildir.

12-15 yaşlarında ise çocuklar için müsabaka ise duygusal anlamda ve düşünsel anlamda tek bir amaçla oynanır aslında.. Bunu ifade edemiyor oluşlarına aldanmamak gerek... Bir takımın parçası olmak... Müsabaka bu yaş grupları değerli olmanın, önemli görülmenin ve bir bütünün parçası olmanın aracıdır.

Zaten 15 yaşlarına kadar futbol müsabakalarının gelişimsel olarak amaçları da bunlar olmalıdır.

Amaç bunlar olunca çocukların performansı düşer mi?
Hayır tam tersine daha da artar.

Yarşmayı ve mutlak kazanmaı öne alınca performansın artacağını sanmak tam bir yanılsamadır.

Spor eğitimcilerinin hatalarından birisi eğitim sürecinde bazı amaçları öne alınca diğer amaçlara ulaşılmayacağını sanmalarıdır.

Ya da amaçları gelişim psikolojisine uygun olarak belirlemiyor oluşlarıdır.

Çocuklar müsabaka yapmasın demek çok doğru değil elbette...
Ama çocuklar müsabakanın içinde kaybolmasın.

Müsabakayı zevk alınan ve yeni öğrenmeler elde etme fırsatı ve ortamı olmaktan çıkarırsak, çocukların çoğunu yitirmiş oluruz.

Müsabaka dediğimiz şey öncelikle "maç yapmak" olmalı, maç yapmak ise ciddi şekilde oyun oynamak demek olmalıdır.

YAPARAK ÖĞRENME

ÇOCUKLAR "YAPARAK" ÖĞRENİR. VE ÇOCUKLAR GENEL OLARAK YAŞLARININ GEREĞİNİ YAPMALIDIRLAR.

Çocuklar beden kullanımı gerektiren hareketleri (psikomotor davranışları) dinleyerek, okuyarak, görerek asla öğrenemezler...

Dinlemek, okumak ve görmek sadece öğrenmeyi zenginleştirir.
Tek başlarına asla sağlamazlar.

Çocuklar önce sınayarak, sonra deneyerek ve yaparak ve yaşayarak, ardından kullanarak öğrenirler.

Yaparak, yaşayarak dediğimiz eğitim iki türlüdür.

Birincisi: Gerçek ortamları taklit ederek, yani örnek olay ve canlandırmalar yaparak / simülasyonlar ile ve duygusal olarak yaşayarak.

İkincisi: Gerçek ortamların kurgulanması ve gerçek ortamlarda yaparak, ortamın gereklerini yerine getirerek.

Okullar ve eğitim kurumları öğrenmeleri gerçeğe en yakın şekilde öğrenmeleri sağlayan kurumlar olmalıdırlar.

Ama gerçek dediğimiz şey: Çocuğun gerçeğidir. Büyüklerin gerçeği değil...

Çocukların gerçeği demek; Onların yaş düzeylerine uygun ve gelişim özelliklerine paralel yapmaları gerekenleri yapmalarını sağlamaktan ibarettir..

Zorlayarak, gereğinden fazla süre ve tekrar ile çocukları daha iyi şeyler yaptırabiliriz belki ama zamanından önce bu şekilde yaptırılan ve yapılması sağlanan çoğu şey, ilerleyen süreçte aynı şekilde devam eden bir gelişim eğrisi çizmez....

12 yaşında oynayabileceği bir oyunu 10 yaşında oynayabilen bir çocuk eğer gelişim özellikleri önce ise mesele yoktur, olması gereken budur. Lakin doğal ve normal gelişim özelliklerine sahip çocukların 10 yaşındayken 12 yaşındaymış gibi oyun oynamalarını sağlamak onların, 12 yaşına geldiklerinde 14 yaşında gibi oynamasını sağlamayacaktır... Ya da 14 yaşına geldiklerinde 16 yaşında gibi olmalarına neden olmayacaktır...

Bu ayrımı ve durumu iyi anlama durumundayız. İyi iş çıkarmak demek her zaman doğru iş yapmak demek değildir.

"ÇOK ÇALIŞMAK" YETMEZ, "DOĞRU ÇALIŞMAK" DA GEREKİR.


------------------------------------------------------------------------------
"BİZİ HEDEFE TAŞIYACAK VE ULAŞTIRACAK OLAN ŞEY, ÇOK ÇALIŞMAK DEĞİL, DOĞRU ÇALIŞMAKTIR"...
----------------------------------------------------------------------------------------------

İyi şeyler yapmak ve üretmek için "çok çalışmak" gereği ve söylemi doğrudur. Lakin eksiktir.

İyi şeyler yapmak ve iyi şeyler üretmek için öncelikle "doğru çalışmak" gerekir.

"Doğru ve çok çalışmak" iyi şeylerin yapılmasını ve iyi şeyler üretilmesini sağlamanın ön koşuludur.

Somutlarsak;
Eğer ülke düzeyinde bir doğru bir futbol yapılanmanız yoksa, veya doğru bir futbol anlayışınız yoksa, bir modeliniz yoksa ve tüm bunlara ilişkin ve bunları tamamlayacak olan doğru bir ekol peşinde değilseniz ve yöntemler (yollar) kullanmıyorsanız, yapacağınız ve yaptığınız çalışmaların çokluğu ve yoğunluğu çok şey ifade etmez, halk deyimi ile "havanda su dövmeye" benzer.

Çalışmak çok önemlidir...
Ama çalışmayı değerli kılacak olan tek şey "doğru çalışmaktır."

Çalışmanın önemi ile değerini belirleyen şey emek, süre ve ürün ile ölçülür. Ürün yoksa, ürün yetersizse ve ürün kalitesiz ise emek ve süre boşa harcanmış demektir.
Ürün için de emek ve sürenin gereği ve önemi ortadadır. Eğer ürünü daha az emek ve daha az sürede elde ediyorsanız mesele yok demektir.

Bu anlamda doğru çalışmak asıl başarılması gerekendir.

Doğru çalışmak, amaca yönelik çalışmak değildir.
Herkes amaca göre çalıştığını söylemektedir zaten.

Doğru çalışmak demek; amaca göre yapılması gerekenleri yer, zaman, mekan, araç-gereç ve insan faktörleri üzerinden doğru tanımlamak, doğru seçmek, doğru planlamak ve doğru yönetmek demektir.

Bu anlamda çok çalışmak demek çok eğitim değil, doğru eğitim demektir.
Doğru eğitimi yer, zaman, mekan, araç-gereç, tesis ve çocuk faktörleri üzerinden doğru tanımlamak, doğru seçmek, doğru planlamak, doğru yönetmek demektir.

Aynı işi farklı kişilerin farklı planlama ve farklı yöntemler kullanarak yaptığını düşünün, muhtemelen sonuçlar farklı olacaktır. Birisinin ürünü ya daha fazla ya da daha kaliteli olacaktır.

Onun içindir ki; eğitim sınama ve deneme tahtası olmaktan çoktan çıkmıştır. Eğitimde doğrular onlarca yıldır bellidir. Sadece giderek daha zenginleşmektedir.

Yani eğitimde çok çalışmaktan ziyade, doğru çalışmanın önemi uzun zamandan beridir bilinen ve uygulanan bir anlayıştır.

Eğitimde çok çalışmaya, eğitimde doğru çalışmayı entegre edemediğimiz sürece çocuklara, zamana ve emeğe yazık olacaktır.

Genel olarak okullarımızın durumu budur.
Ve genel olarak futbolumuzun durumu da budur.

Not:
Dünyada eğitimde ilk sıraları paylaşan ve hatta 10, ilk 20 gibi sıraları paylaşan ülkelerin okullarındaki eğitim sisteminin dayandığı eğitim modeli çok ders sayısı ve çok ders saati değil, ders sayısı ve ders saati azlığıdır.

Peki, farkı yaratan şey nedir o halde?
Derslerin ve ders saatlerinin verimli geçirilmesidir. Yani doğru çalışmadır.

Türkiye'de anaokulundan üniversiteye kadar ders sayıları ve ders saatleri çok fazladır. Bu durum bizi hiç bir açıdan gelişmiş ülkeler düzeyine ulaştırmamıştır.

GERD MÜLLER VE ALTYAPI EĞİTİMİ AÇISINDAN ALINACAK DERSLER


GERD MÜLLER'İN KARİYERİ VE FOTOĞRAFIN ÜZERİNDE YER ALAN SÖZÜ, FUTBOL EĞİTİMİ AÇISINDAN BİZE NE SÖYLEMELİ?

Gerd Müller'i değil, sadece fotoğrafın üzerinde yer alan sözünü paylaşmak ve bu ifadeyi futbol açısından irdelemek asıl amacımız.

Ama saygısızlık da yapmamak gerekir.
Bir kaç cümle ile de olsa Gerd Müller kimdir? Bir bakalım.

Kasaba takımında oynadığı 51 maçta 108 gol,
Bayern Münih sürecinde; 607 maçta 566 gol,
Milli maçlarda 62 maçta ve 68 gol...

Daha ne olsun...

Futbol diliyle ve özellikleri ile tanımlarsak;
-Her şeyden önce o bir golcüdür.
- Gol atma uzmanıdır.
-Gol atmayı sezme ve öncelleme açısından dünya birincisidir.
-Gol pozisyonu alma ve gol için pozisyon alma becerileri rol modelidir.

Özetle o gerçekten gelmiş geçmiş en iyi "golcülerden" birisidir.

Bu iadeler onun iyi bir futbolcu ve iyi bir oyuncu olmadığı anlamına gelmez. Onun yaptığı sadece kale önü ve kale direği dibi golcülüğü değildi. Futbolculuk ve iyi oyunculuk özelliklerine de gerektiğince sahipti.

Bu arada merak edenler onun hayatını ve sürecini okuduklarında yukarıda sözünü ettiğimiz fiziksel özelliklerine ilişkin değerlendirmeleri de göreceklerdir.

Eğer o değerlendirmeler yüzünden Gerd Müller önce kasaba takımında ardından Bayern sürecinde birinci derecede ölçüt olarak ele alınsaydı, ona fırsat tanınmayacak ve böyle bir golcüyü dünya izleyememiş olacaktı...

Dememiz o ki; Çocukları fiziksel özelliklerinden ziyade, biyo-motor özellikleri, yaratıcılık özellikleri, iradi özellikleri, ilgileri ve çalışma arzularını daha ön planda tutmak bir çok değerin heba edilmesini engelleyecektir.

Eğer Marodana, Messi, Ardiles, İniesta, Xavi sahip oldukları fiziksel özellikleri ile bizim memleketimizde doğmuş olsalardı, üçük, çelimsiz, güçsüz gibi gerekçelerde asla varoldukları futbol kariyerlerini yaşayamayacaklardı...

Çocuklara küçük, şişman, kısa, diye değerlendirmeler yapmak demek futbol ve spor adına hiç bir ölçme aracı ve bilgisine sahip olmamak demektir.

Gelelim Gerd Müller'in sözüne;

"İçimden bir ses Gerd şuraya git, Gerd şunu yap diyor. Bu sesin kimden geldiğini bilmiyorum"...

Aslında Ger Müller'in ifade ettiği söz biraz kutsallık ve biraz metafizik ögeler taşıyan bir cümle olsa da, esasen ve tamamen şudur;
Yaptığı iş ile ilgili çok yönlü düşünebilme ve düşündüğünü gerçekleştirebilme özelliğine sahip oyuncular sahada, alanda ve pozisyon içinde farklı davranabilme ve en iyiyi seçme özelliğini kazanmış oyunculardır.

Bir işte, özellikle de o işin bir bölümünde uzmanlığın artması demek, o işin o bölümünde düşünme ve bedensel becerileri yoğunlaştırma ve birleştirebilme demektir.

İşte böyle olunca içinden sana bir ses hep en iyiyi şöyle yap diye seslenir.

O ses aslında senin gelişmişliğinin sesidir.

3 May 2018

YARATICI OYUNCULUK veya OYUNDA YARATICILIK




Çocukların ve gençlerin "yaratıcı" futbolcu olmaları için önce oyunu oynamaları sonra da oyunu iyi düzeyde oynamaları gerekir.
İyi oyunculuk, oyunu iyi oynamak demektir.

Yaratıcı oyuncu ise oyuna farklılık katmak demektir. Yani oyunu farklı oynayabilmek demektir.
Ne demiştik; Yaratıcı oyunculuk için önce o oyunu iyi oynamak şarttır. Oyunu iyi oynayan herkes yaratıcılığa başlamış demektir. Çünkü oyunlar yaratıcılığı karakteristik olarak içinde barındıran bir faaliyetlerdir.
Özetle oyuncu olmadan, yaratıcı oyuncu olunmaz.

Oyun oynayabilmek demek, söz konusu oyunun kurallarına uyarak, oyun için gereken en temel davranışları yerine getirmek demektir.
Bunu başarmadan iyi oyuncu, iyi oyuncu olmadan da "yaratıcı" oyun oynamak mümkün değildir.
O halde temel yaklaşım bir oyunu en genel anlamıyla oynamayı sağlamak, daha sonra iyi oynamayı sağlamak ve yaratıcı oyun oyun oynamayı istemek gerekir.

Yaratıcı oyun ve oyuncu konusunda "yaratıcı oynayın" demek hiç bir şey ifade etmez.
Yaratma yani farklı şeyler yapmaya yönlendirmek veya zorlamak gerekir.
Nasıl olacak bu?

Bunun çözümü oyuna müdahaledir. Oyuna müdahale demek;
1. Oyunu farklı kurallar ile oynatmak,
2. Oyuna problemler ilave ederek veya problemler yaratmak,
3. Oyuna süre, sayı, mesafe, alan gibi ölçütler koymak şeklinde gerçekleşir.
İşte oyundaki her türlü değişikliği algılama, uyum sağlama ve çözüm peşine düşme ve bunu teknik ve taktik davranışa dönüştürme demek "yaratıcı oyuncu" özelliğini harekete geçirmek demektir.

Futbolda yaratıcılık demek, oyunu amacına göre oynarken ortaya çıkan "problemleri çözmek" demektir.
Bir tekniği farklı şekilde yapmak yaratıcılık değil, stildir. Yaratıcılık öncelikle oyuna ilave (ekstra katkı) ve asıl olarak da "oyuna boyut kazandırmak" demektir.

Bir oyuncunun oyuna ilave katkı sunabilmesi, oyuna yeni bir boyut kazandırması oyunu değiştirir.
Oyunu değiştiren tüm oyuncular yaratıcı oyunculardır.




Yaratıcılık yoktan var etmek değildir.
Sonuç olarak yaratıcılık olmayan, yapılmamış yeni bir beceriyi icra etmek değildir.

O teknik yaratıcılığa girer. Örneğin Beckenbauer dönüşü, Matheus çalımı gibi teknik beceri yaratıcılığında olduğu gibi.

Yaratıcı oyunculuk kavramı ve içeriği daha çok "oyunda yaratıcılık" ile ilgilidir.

Bizim söylemeye çalıştığımız da "oyunda yaratıcılık" bağlamındadır.
Oyunda yaratıcı olmak için teknik becerilerin önemi elbette büyüktür. Ama o işin sadece bir ayağıdır.

Oyunda bireysel taktik düşüncenin bireysel taktik uygulamaya evrilmesidir oyunda yaratıcılık.

Bu esas olarak "bağımsız bireysel taktik beceri" ile ilişkilendirilebilir.

Avrupanın bizden en farklı yönü bu tarz oyuncuların fazlalalılğıdır.

Hem takım oyunu sistematiğine uyum sağlayacak, hem de takım oyunu disiplinini bozmadan "bağımsız bireysel taktik beceriyi" sergileyebilecek yapıda olmak yaratıcı oyunculuk özelliklerinden birisidir.

Türkiye'de yaratıcı oyuncu azdır. Birincisi yaratıcı oyuncu özelliklerine sahip oyuncular takımdan bağımsız hareket etme ve sorumsuz davranma davranışları sergileme eğilimde olurlar. Daha önemlisi gelişim çağı futbol eğitimleri çözüm üretmeye, bağımsız davranmaya ve farklı şeyleri sınama ve denemeye izin verilmeyen bir yapıya sahiptir. Böylesi bir anlayışa izin verildiğinde ise işin suyu çıkabilmektedir. Yani bu mesele tamamen "hem sorumluluk ve hem de bağımsızlık hareket edebilme kültürünün edinilmiş olmasıyla ilgili olup, genel toplumsal kültürden bağımsız değildir.

Özetle; Yaratıcı oyuncu veya oyunda yaratıcılık;
O an için veya olması gerektiğini düşündüğü bir anda gerekeni gereken şekilde yapabilecek farklı zihinsel (taktik) ve bedensel (motor-teknik) berilere sahip olmak demektir.

Yaratıcı oyuncu diğer oyuncuların yapamadığı bir beceriyi yapmaz aslında, yaratıcı oyuncu diğer oyuncuların yapmayı düşünmediği, düşünemediği "oyun okuma" diye ifade edilen şeyi yapar. Yani farklı bir açı, farklı bir pas, farklı bir hız ve farklı bir yön kullanarak oyunu değiştirir veya dönüştürür.

Dolayısıyla yaratıcılık dediğimiz şey pratik olarak oyun anıda farklı çözümleri futbolun gerekleriyle yapmak demektir.

OYUN ALANLARININ YAPISI VE UYARAN İLİŞKİSİ

Oyun alanlarındaki, kazaya sebep olma olasılığı olan nesnelerin kaldırılmasına yönelik eğilim, diğer bir açıdan bakıldığında çocukların sab...