5 Nis 2021

OYUN ALANLARININ YAPISI VE UYARAN İLİŞKİSİ

Oyun alanlarındaki, kazaya sebep olma olasılığı olan nesnelerin kaldırılmasına yönelik eğilim, diğer bir açıdan bakıldığında çocukların sabır, merak, başa çıkma, farklı koşullara uyum ve farklı özellikler kullanma duygu, düşünce ve davranışlarını geliştirmelerini, riskle baş etme ve doğru risk değerlendirme becerileri kazanmalarını engelleyici etkiler de yaratabiliyor... Daha basit ve pratiğe yönelik olarak ne söylemek istediğimizi şöyle ifade edelim; Çocuklar rahat oynasınlar diye odadaki sehpaların, vazoların, sandalyelerin, masanın yerlerini değiştirip, odayı boşaltırsak, belki onların daha geniş bir alan sahip olmalarını sağlayabiliriz ama daha geniş bir alan onların sadece daha geniş bir alan için gereken becerilerini kolaylaştırır. Oysa geniş alan istiyorsanız çocuğunuzu bahçeye, parka, çayıra veya bir arsaya çıkarın... Geniş ve boş bir alan çocukların sadece koşmaların sağlar. Bir de mekansızlık algısına yardımcı olur... Oysa çocuk için her nesne farklı bir algı, farklı bir merak, belki de çözümlenmesi ve aşılması gereken bir engel, eğlenceli bir baş etme yolu açan bir problem ve bilişsel, hem de motor olarak çeşitli davranışlar geliştirmesi gereken uyaranlardır... Şöyle düşünün, top oynarken karşılaştığımız bir ağaç, bir direk, bir çukur, su dolu çamurlu bir alan veya eğilimli bir yüzey, çocuk için topu kaybetmemeye yönelik farklı motor ve düşünsel davranışları gerektiren uyaranlar ve koşullar demektir. Her uyaran ve her koşul, o işi yaparken başa çıkılması gereken bir problem demektir. Çocuklar bu uyaranlar ve koşullar ile oryante olurlarken ve gerekenleri bulurlarken gelişirler... Çünkü farklı özelliklerini keşfeder ve geliştirirler. Dolayısıyla çocukları düzgün ve boş bir alana atarak, onlara top oynatmak, onları uyaransız bırakmak demektir... Uyaran algıyı, algılar işlemi, işlemler de davranışları geliştirir. Çocuklarımız için farklı uyaranlar, farklı koşullar yaratarak onların çok yönlü ve algıları açık ve her koşula uyum geliştirebilen kişiler ve sporcular olmalarını sağlamak biz eğitimci antrenörlerin önemli işlerinden birisidir. Oyunlar hep aynı kalmalıdır elbette ama oyun içindeki durumlar, uyaranlar, koşullar asla hep aynı kalmamalıdır... Yoksa oyun oyun olmaktan çıkar... Keza çalışmalar da hep aynı şeyin, aynı şekilde tekrarı olmamalıdır. Çocuklarımızı bebeklikten itibaren bir çok nesne, bir çok materyal ile karşılaştırırken, gençlerimizi bir çok durum, pozisyon, koşul ve uyarana maruz bırakarak gelişimlerine katkı sağlamalıyız.

Problem Çözerek Öğrenme Çocukların İşidir

Çocukların televizyon kumandalarının nasıl çalıştığını nasıl bu kadar kolay çözebildiklerini hiç merak ettiniz mi? Ya da akıllı telefonlardaki uygulamaları nasıl bizden daha hızlı bir şekilde ve “tam olarak” anlayıp kullanabildiklerini? Yani dememiz şu ki; Konu problem çözme olduğunda, küçük çocukların yetişkinlere göre çok daha açık fikirli oldukları, daha kolay öğrendikleri ve daha yaratıcı oldukları kesindir... Çünkü meraklıdırlar. Çünkü bıkkınlık duymazlar. Çünkü farklı yollar ve arayışlara girerler. Kumanda, akıllı telefon, bilgisayar programları ve birçok sanal oyunlarda bu denli başarılı olabilen ve kompleks beceriler sergileyebilen çocuklar neden ve niçin spor ve futbol başta olmak üzere benzer özellikleri kullanmasınlar ve beceriye dönüştüremesinler? Spor ve futbol eğitimlerinde öğretmen ve antrenörlerin çocukların çözüm üretme ve problem çözme becerilerini kullanmalarını ve geliştirmelerini sağlayacak uygulamalar planlamaları bu açıdan çok önemli ve gereklidir. Ne yapması ve nasıl yapması söylenen veya gösterilen uygulamalar, çocukları ancak sınırlı bir düzeyde geliştirebilir. Dahası o düzeyden sonra durağanlaştırır. Çocukların oyun oynamayı veya "maç yapmayı" sevmelerinin altında yatan güdü sadece eğlenmek değildir... Çözümler konusunda daha serbest, özgür ve bağımsız davranabiliyor olma hissidir. Bu çocukları başıboş bırakma anlamına gelmemelidir. Her uygulama veya oyunda eğitimcinin çözümlenmesi gereken problemleri planlayarak çalışmaya monte etmesi ve gerisini çocuklara bırakması akıllıca ve işin doğasına en uygun olan eğitsel anlayışlardan birisidir. İşin çözümsüzlüğü durumunda ise ipuçları ile yönlendirilmiş buluşa geçmek yine zihinsel ve bedensel işbirliğinin aynı anda aktif olmasının sağlandığı eğitim uygulamalarıdır.

Terbiye, Eğitim ve Olması Gereken

Terbiye, eğitim kavramının Arapça karşılığıdır. Terbiye ifadesi her nedense içerisinde ona yüklenen anlam gereği birilerinin etkinlik, birilerinin edilgenlik durumunu çağrıştırır. Daha kötüsü metezori, yani zorlamayı ve mecburiyeti içeren şekilde kullanılır. İster terbiye deyiniz, ister eğitim aynı şeylerdir. Elbette Türkçe kavramı tercih ederiz. Asıl konuya gelirsek, farkındaysanız yaşamın her alanında birileri, birilerini eğitmeye veya terbiye etmeye çalışıyor... İşte problem de tam olarak burada başlıyor... Neden? 1. Çünkü terbiye edenlerin yani eğitenlerin terbiye etme veya eğitme nitelikleri belirleyici bu durumda belirleyici oluyor. Bu da terbiyenin ve eğitimin sonuçlarına doğrudan yansımaktadır. Oysa terbiye veya eğitim sadece terbiye edenlerin insafına ve niteliğine bırakılmamalıdır. Zaten eğitimin doğası da bu değildir... 2. İnsanoğlu beyinsel gelişimi ve özellikleri açısından sadece terbiye edilerek veya eğitilerek gelişmeye müsait bir canlı değildir... Onun özellikle beyin gelişimine ve evrimleşme sürecine bağlı olarak kendini kontrol etme, yönetme, arayışlar peşinde olma, üretme, seçenekler bulma gibi davranışlar geliştirmiş olması, öğrenmesini de farklılaştırması anlamına gelmektedir... Dolayısıyla; Buna futbol terbiyesi veya eğitimi de dahil, insanların herhangi bir alanda ideal gelişimlerini sürdürebilmeleri için, onları sadece eğiticilerin (terbiyecilerin) değil, kendi kendine öğrenme, görerek öğrenme, deneyerek öğrenme, problem çözerek öğrenme, ipuçlarını kullanarak öğrenme, farklı durumlarda ve koşullarda öğrenme gibi eğitim ortamlarına ve dahası onlar için hazırlanmış hayat gerçekliğine uygun ortamlarda bireysel gelişim süreçlerine tabi kılmak gerekir... Örneğin İngiltere'de ilkokullarda müfredat yani öğretim programı yoktur. Bu İngiltere'de eğitimin olmadığı anlamına gelmediğini, tam tersi her eğitimcinin iyi yetişmiş olmasına bağlı olarak, çocukların öğrenme özelliklerinin ve ortamlarının biliniyor olmasından kaynaklanan ve genel olarak da bilgiye değil beceriye dayalı, iletişim ve hayatı sürdürmeye dayalı bir temel üzerine inşa edilmiş olmasıyla ilgili bir şeydir.. Tüm gelişmiş ülke eğitimlerini inceleyiniz. Orada telem felsefenin çocuk ve gençlerin kendi farkındalıklarını oluşturmaları, kendilerine yetmeleri, hayata dair beceriler edinmeleri ve kendilerini geliştirme hissi ve düşüncesinin oluşturulması amaçlanır. Özetle şunu söylemeye çalışıyoruz; Çocuklar ve gençler sadece kendilerine gösterilen, kendilerinden istenilen şeyleri söylemek veya yapmak durumunda kaldıkları sürece, kendi potansiyellerini kullanmadan vasat bir gelişim seyri gösterirler. Bir insanın kendi sınırlarını zorlaması için zorlaştıranlara ihtiyacı yoktur... Kendinin bunu yapması gerektiğine ilişkin ortamlara, koşullara, durumlara ve gereklere ihtiyacı vardır... Yani o hissi algılamaya, düşünmeye ve yapması gerektiği bilincine ihtiyacı vardır... Bunu bağırarak, cezalandırarak, aşağılayarak, düşük not vererek, kıyaslayarak başarmak asla mümkün değildir. Atlar dahi çok gelişmemiş beyinlerine rağmen hızlı koşması gerektiğini kendileri hissederler... Hatta bilirler... Sadece kırbaçlandıkları için yarış kazanan at yoktur...

"TOPU RAKİBE BIRAKARAK OYNAMA" ÜZERİNE

Son yılların modası; "Topu rakibe bırakmak" ya da "Topu rakibe bırakarak oynamak".... Bu bir strateji olamaz... Top rakipteyken nasıl oynayacağını, ne şekillerde oynayacağını bilmek asıl strateji ve öğrenilmiş taktik davranışlardır... Topla oynama oranı düşük olup, müsabakayı kazanmak elbette mümkün ama bu topu rakibe bırakarak oynamak anlamına gelmez... Çocukları ve gençleri yanlış bilgi ve anlayışlara sevk etmemek lazım.... Tüm dünyada yüz binlerce müsabakayı analiz ediniz, top ile oynama yüzdesi düşük olduğu halde kazanılan müsabaka sayısı açık ara düşük orandadır... Futbol oyununda veys top ile oynanan tüm oyunlarda, topu rakibe bırakmak oyunun doğasında yoktur. OYUNUN DOĞASINDA OLAN ŞEY TOPA SAHİP OLUNMADIĞI ZAMANLARDA, TOPA SAHİP OLMAYA ÇALIŞARAK GOL ATMAKTIR... Bir iş anında ve sürecinde iş ile doğrudan ilgili bir nesneyi birisine bırakamazsınız... Çünkü o nesne olmadan o işi yapamazsınız. Motor tamiri yaparken anahtarı başkasına veriyorsanız, motor tamiri biter. Siz başka bir iş yapmaya başlarsınız... Oyun anında topu rakibe bırakıyorsanız, oyunun yönetimini de rakibe bırakmış olursunuz. Rakibe isteyerek bırakılan şeyi tekrar almak için mücadele etmek aptalca bir yaklaşımdır... Bu işin açıklaması rakibin hatalarından yararlanmak şeklinde açıklansa da bunun için topu onlara vermeye ne gerek var? Top bir şekilde rakibe geçecektir zaten,... İşte o zaman o hatalardan yararlanmak daha doğru ve akıllıca değil midir? Topu rakibe verip, geriye çekilerek rakibin arkasındaki boşluğu kullanmak stratejisi şeklindeki açıklama ise tam bir absürtlük olsa gerektir. Çünkü topa sahipken bunu yapmak çok daha fazla mümkündür ve çok daha kolaydır. Yeter ki, topa sahip olmayı becer... Top rakipteyken, topu kapmak ve rakibin geriye dönüş eksikliğini değerlendirmek açıklaması, topun tekrar kaptırılma olasılığı ile eşit bir olasılıktır ve kayda değer bir strateji değildir. Rakibin birinci bölgesinde topu rakibe bırakmak diye bir şey ise olmasa gerek herhalde.. Daha fazla uzatmadan aslında bu işin on yıllardır bilinen açıklaması bellidir; 1. Top rakipteyken ön alanda baskı yapma. Veya önde savunma. 2. Top rakipteyken kendi yarı alanında savunma ve top kazanıldığında ani hücum yapma veya set oyununa geçiş. Özetle topa sahipken birden fazla oyunu olmayan, top rakipteyken yine birden fazla oyunu olmayan ve daha önemlisi oyun süresince en az dört farklı oyun oynama biçimini beceremeyen takımların "topu rakibe bırakma" gibi bir stratejisi olamaz...

19 Şub 2021

HAREKET, OYUN ALANLARI ve ÇOCUKLARDA GELİŞİM

Oyun alanlarındaki, kazaya sebep olma olasılığı olan nesnelerin kaldırılmasına yönelik eğilim, diğer bir açıdan bakıldığında çocukların sabır, merak, başa çıkma, farklı koşullara uyum ve farklı özellikler kullanma duygu, düşünce ve davranışlarını geliştirmelerini, riskle baş etme ve doğru risk değerlendirme becerileri kazanmalarını engelleyici etkiler de yaratabiliyor... Daha basit ve pratiğe yönelik olarak ne söylemek istediğimizi şöyle ifade edelim; Çocuklar rahat oynasınlar diye odadaki sehpaların, vazoların, sandalyelerin, masanın yerlerini değiştirip, odayı boşaltırsak, belki onların daha geniş bir alan sahip olmalarını sağlayabiliriz ama daha geniş bir alan onların sadece daha geniş bir alan için gereken becerilerini kolaylaştırır. Oysa geniş alan istiyorsanız çocuğunuzu bahçeye, parka, çayıra veya bir arsaya çıkarın... Geniş ve boş bir alan çocukların sadece koşmaların sağlar. Bir de mekansızlık algısına yardımcı olur... Oysa çocuk için her nesne farklı bir algı, farklı bir merak, belki de çözümlenmesi ve aşılması gereken bir engel, eğlenceli bir baş etme yolu açan bir problem ve bilişsel, hem de motor olarak çeşitli davranışlar geliştirmesi gereken uyaranlardır... Şöyle düşünün, top oynarken karşılaştığımız bir ağaç, bir direk, bir çukur, su dolu çamurlu bir alan veya eğilimli bir yüzey, çocuk için topu kaybetmemeye yönelik farklı motor ve düşünsel davranışları gerektiren uyaranlar ve koşullar demektir. Her uyaran ve her koşul, o işi yaparken başa çıkılması gereken bir problem demektir. Çocuklar bu uyaranlar ve koşullar ile oryante olurlarken ve gerekenleri bulurlarken gelişirler... Çünkü farklı özelliklerini keşfeder ve geliştirirler. Dolayısıyla çocukları düzgün ve boş bir alana atarak, onlara top oynatmak, onları uyaransız bırakmak demektir... Uyaran algıyı, algılar işlemi, işlemler de davranışları geliştirir. Çocuklarımız için farklı uyaranlar, farklı koşullar yaratarak onların çok yönlü ve algıları açık ve her koşula uyum geliştirebilen kişiler ve sporcular olmalarını sağlamak biz eğitimci antrenörlerin önemli işlerinden birisidir. Oyunlar hep aynı kalmalıdır elbette ama oyun içindeki durumlar, uyaranlar, koşullar asla hep aynı kalmamalıdır... Yoksa oyun oyun olmaktan çıkar... Keza çalışmalar da hep aynı şeyin, aynı şekilde tekrarı olmamalıdır. Çocuklarımızı bebeklikten itibaren bir çok nesne, bir çok materyal ile karşılaştırırken, gençlerimizi bir çok durum, pozisyon, koşul ve uyarana maruz bırakarak gelişimlerine katkı sağlamalıyız.

22 Kas 2020

Prof. Dr. Michio Kaku'nun söyledikleri

Prof. Dr. Michio Kaku dünyanın en zeki insanı olarak tanınıyor. Çocuklara teknolojiyi öğretmek gerektiğini söyleyen Kaku, çocuklarda internet yasaklarına karşı. Bir de 10 yaşa dikkat çekiyor. Yazdığı kitapları satış rekorları kıran “dünyanın en zeki insanlarından biri” olarak tanımlanan fizikçi ve fütürist Prof. Dr. Michio Kaku Türk Eğitim Derneği’nin (TED) “Türkiye’nin Geleceğine İnanıyoruz: Geleceği Okuyoruz” başlığıyla düzenlenen IV. Uluslararası Eğitim Forumu’ndaki konuşmacılardan biriydi. Kaku’ya göre birçok mesleği gelecekte robotlar yapacak ama öğretmenlerin elinden işini alamayacaklar... İşte Kaku’nun başta eğitim olmak üzere gelecekle ilgili anlattıkları… Hepimiz aslında doğuştan bilim insanıyız, “Neden” diye sorarız. Çocukların geleceği 10 yaşında başlıyor. Bu yaşta anne babanın dışında başka hayatları keşfediyor, merak başlıyor. Ama süreç 16 yaşında duruyor, bilimsel merak bitiyor. Birinci neden akran baskısı... Neden şu olmuyorsun? Neden star olmuyorsun? diyebiliyorlar. İkinci neden ezbere dayalı eğitimde bilimin sıkıcı gelmesi. 10-16 yaş arasında çocuklara ilham vermek, rol model bulmak, bilimsel merakını öldürmemek ve heyecanlandırmak gerekiyor ki bu ilgi tüm yaşamı boyunca sürsün. ... ... Bizim de özellikle futbol eğitimi ve gelişimi alanında yıllardır söylediğimiz ve yazdığımız şeyler ile sayın Prof. Kaku'nun söyledikleri neredeyse birebir örtüşüyor. Şöyle ki; Çocuklar 10 yaşına kadar eğlensinler... Gereksiz ve can sıkıcı şekilde yönlendirmelerden uzak tutulsunlar. Futbolcu, basketbolcu, bili,m insanı, zanaatkar olup olunmayacağı konusunda kesin kararlar verilmesin. Hele hele bir spor dalında ve özellikle futbolda savunmacı veya hücumcu olacağına ilişkin etiketlenmesin, şartlandırılmasın ve yönlendirmelere tabi tutulmasın. 10-12 yaş süreci is,e çocuklar için herhangi bir alana yönelik olarak özelleşmiş hareket ve davranış becerilerinin sıçrama yaptığı, nitel ve nicel olarak her türlü beceride genişleme ve çoğalmanın yaşandığı yıllardır... Özgür bırakılmalıdırlar... Özgür bırakılmalıdırlar ki; çok şey, çok pozisyon, çok değişken durum ve çok farklı koşullar yaşasınlar ve deneyimlesinler ki; gelişsinler... (Buradaki özgürlük yanlış anlaşılmamalıdır. Eğitsel özgürlükten söz ediyoruz). 13-16 yaş süreci ise alan ile ilgili alana iyice yoğunlaşılan, uzmanlaşılan süreçtir. Performans değil ama alan ilişkin gereklerin ve özelliklerinin en ince ayrıntısına kadar algılandığı ve içselleştirildiği süreçtir.. Futbol eğitimine işte buralardan yürümek ve buralardan pratikler çıkarmak zorundayız.. Aslında durum çok açık... Bize düşen sadece basma kalıp yaklaşımları terk etmek...

"ÇOCUK DOSTU KENT"

Meriç Kırmızı - OMÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi "Bu kavram yanılmıyorsam, kökeni 1990 tarihli BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne dayanan bir girişimdir ve UNICEF’e göre, bunun uygulamadaki karşılığı “…içerisinde çocukların seslerinin, gereksinimlerinin, önceliklerinin ve haklarının kamu politikalarının, programlarının ve kararlarının bütünleşik bir parçası olduğu bir kent, kasaba ya da topluluk”tur (1). UNICEF’e göre, bu kentler çocukların sömürü, şiddet, taciz ve ayrımcılıktan korunduğu, güvenli ve yeşil bir ortamda kaliteli eğitim, sağlık, vb. toplumsal hizmetlere erişip, arkadaşlarıyla oynayabildikleri, toplumsallaşabildikleri ve düşüncelerini söyleyip, kendilerini etkileyen kararları etkileyebildikleri yerlerdir. Ek olarak, UNICEF’e göre bu yerlerin oluşturulmasından hükümetler başta olmak üzere çeşitli aktörler sorumludur. Bu genel bilgilerden yola çıkarak, çocuk dostu kent kavramının bana öncelikle çocuğa kentin gözünden, yani boyundan bakmayı çağrıştırdığını söyleyebilirim. Bununla ilgili, içinde Türkiye’den katılımcıların da olduğu Kent95 (Urban95 Challenge) adıyla 95cm boyundaki bir çocuğun kentle ilişkisine gönderme yapan bir proje de yapılmış. Toplu taşıma araçlarında ayakta kalan çocukların boyları nedeniyle tutunabileceği yer azlığı, kamuya açık tuvaletler gibi ortak kullanım alanlarındaki kent mobilyalarının çoğunlukla yalnızca yetişkinlere göre düzenlenmesi gibi konular hep dikkatimi çekmiştir. Elbette bunu düşünen ülke kentleri de olmuştur. Örneğin, beş yıl yaşadığım Japonya’da her metro istasyonunda bulabileceğiniz tuvaletlerde (bunun sokaktayken sık tuvalete gitmesi gereken insanlar için büyük bir rahatlık sağladığını söyleyebilirim) bebekli anneler için her zaman bir kabin ayrılır ve o kabinlerde anneler işlerini görürken çocuklarını oturtabilecekleri duvara monte oturaklar bulunur. Çocukların boyuna göre lavabolara da rastlayabilirsiniz. Yine, Japon kentlerinde mahalle içlerindeki kaldırım kenarlarında çocuk boyunda ve biçimindeki görsel panolar motorlu araç sürücülerine yola her an çocukların fırlayabileceğini anımsatır. Çocukların arkadaşlarını evlerinden toplaya toplaya kuyruk olarak her gün yürüyerek aştıkları okul yollarında mahallede yaşayan emekli yaşlılar gönüllü gözetmenlik eder ve başıboş çocukların tehlikelerden korunması sağlarlar. Özetle, çocuk birimleri bulunan mahalle dernekleri, çocuklara derslerin yanında yemek yapmasını, temizliği küçük yaşlardan başlayarak uygulamalı olarak öğreten ilkokullar gibi bütün toplumsal örgütlenme çocuğu kentsel yaşamın bir parçası yapmaya yöneliktir, onu olabildiğince kentten soyutlamaya ya da çocuk için ayrı kentsel mekânlar tasarlamaya değil. Çocuk dostu kent kavramıyla ilgili bir uyarım işte bu olabilir: Çocuğa özel bir kent kurmak değil, var olan kenti çocuklar için de yaşanabilir kılmak gerekir. Şu an çevremizde daha çok bunun tersi, yani çocuğu kısa bir süre için de olsa, ailesinin başından alıp, oyalayıcı, böylece çocuğu değil, aileyi rahat ettirici ticari girişimler ağırlık kazanmaktadır, AVM’lerdeki çocuk oyun alanları gibi. Bu çocuklara yönelik her türden ticari girişimin olumsuz olduğu anlamına gelmiyor. Yine Japonya’dan bir örnek olarak, anne kahveleri küçük çocuklu annelerin çocuklarının ağlaması ya da gürültüsü nedeniyle başkalarını rahatsız etmekten çekinmeden, çocukların oynamasına uygun tasarlanmış, örneğin, masa ve sandalye yerine yerde oturma düzeni olan ortamlarda başka annelerle tanışıp, sosyalleşmesini ve böylece, bütün gün evde bunalmamasını sağlayan başarılı bir ticari girişimdi. Özel anaokullarının birçoğu da her gün aynı canlı renkten şapkalar giyinmiş küçük çocukları süpermarket arabalarını andıran büyük çekçeklerde yakındaki bir parka götürüp, çocukların açık havada oynamalarına özen gösteriyorlar. Yani Japon kentlerinde çocuklar kesinlikle sokaktan arınık değiller. Son günlerde yaz dönemini fırsat bilip, okuduğum, Jane Jacobs’un Büyük Amerikan Kentlerinin Ölümü ve Yaşamı (2015, Metis, Bülent Doğan Çev.) kitabından aklımda yer eden önemli ve aykırı düşüncelerden biri sokakların ve kaldırımların çocuklar için sanıldığı gibi tehlikeli yerler olmadığıydı. Jacobs’a göre, tam tersine yetişkinlerin gözetmenliğinden uzak kalan, geniş parklar ve özel oyun alanları çocuklar için daha çok tehlike barındırıyordu. Bunun için, Jacobs kent içindeki konutların önünde aynı anda çeşitli kullanımlara yer açacak genişlikte kaldırımlar yapılmasını öneriyordu. Jacobs’unki bunun gibi birçok kalıplaşmış planlama düşüncesini yerle bir eden, cingöz bir kitap… Çocuk dostu kent denilince ilgili yazında da yaygın olarak, çok sayıda oyun parkı ve bahçesi olan yerler hemen akla geldiği için Jacobs’un aykırı düşüncesine dikkatinizi çekmek istedim. Çocuk dostu kenti düşünürken de yaygın klişeler yerine, Jacobs’un eleştirel aklını benimsemek daha iyi sonuçlar yaratabilir". Çocuk dostu kent kavramıyla ilgili şu özet yapılabilir; Kentin içinde, bir yerlerde çocuğa özel yerler oluşturmak değildir önemli, değerli ve asıl olması gereken. Asıl olması gereken ve asıl önemli ve değerli olan şey; Çocukların yaşadıkları kentleri çocuklar için de yaşanabilir kılmaktır... PEKİ,"ÇOCUK DOSTU KENT" İFADESİNDEN SONRA "ÇOCUK DOSTU FUTBOL" NE ANLAMA GELİR? Çocuk dostu futbol tıpkı çocuk dostu kentlerin çocukların güvenli, rahat, mutlu, sağlıklı ve gelişim sağlayabilmelerine olanak veren kentler haline getirilmesinde olduğu gibi, Çocukların futbola değil, futbolun çocuklara göre uyarlanması demektir. Futbolun çocuklar için güvenli, sağlıklı,eğlenceli, rahat ve gelişim sağlayabilme olanağı sağlayan hale getirilmesi demek "çocuk dostu futbol" demektir.

Düzeltme

“Bir çiçek açmadığında, yetiştiği çevreyi düzeltirsin, çiçeği değil” der Alexander Den Heijer... Şimdi alınız bu düşünceyi çocuğa ve eğitime yönelik ilişkilendiriniz. İlişkilendirmede görmemiz gereken şey şu olmalıdır; Bu ülkenin en büyük sorunlarından birisi, "düzeltme" hastalığıdır... Örneğin çoğu zaman "çocukları düzeltmek" peşindeyizdir. Oysa genel olarak sorun çocuklarda değil, düzeltme peşinde olan büyüklerdedir. Dolayısıyla da eğitimde ve eğitimcilerdedir. Çocuk gelişmiyor ise, gelişmiyor olmanın nedeni niçin sadece çocuklar olsun? Niçin çocuk "gelişmiyor olmanın" esas öznesi ve gerekçesi oluyor? Oysa daha kolayı ve daha basiti eğitimi ve eğitimcileri sorgulamak ve gerekirse değiştirmek ve/veya geliştirmek değil midir? Eğer bir toplumda var olan eğitim sistemi, o eğitimi alan insanları barışçıl, sağlıklı, yaratıcı, sevecen, üretken ve çalışkan kılmıyorsa sorun insanlarda değil, eğitim ve eğitim ile ilgili diğer faktörlerdedir.

Oyun tarihi de böyle oluşur

TOPA SAHİP OLMAK MI? DİKİNE OYUN MU? Hayatta hiç bir şey ilk kez başlatılmaz. Yine ve yeniden başlatılır. Çünkü her şey bir öncekinin üzerine inşa edilir. Bir öncekinden yararlanılır. Önceki doğrulardan olduğu kadar yanlışlardan ve eksiklerden de faydalanılır. Hayat böyle devam eder. Futbol oyununa ilişkin söylemek gerekirse bugün dahi en ilkel oyun diye tanımlanan yüzyıl öncesinin futbol oyununu bir şekilde oynamaya devam ediyoruz. Gelişim denen şey hem sarmal, hem ardışık, hem yaratıcı, hem farklı değişimler sonucu bir bütün olarak devam eder. Son zamanlarda sözde futbolun geldiği aşama olarak şöyle bir ifade var: "futbolda artık topa sahip olmanın bir öneminin kalmadığı, mümkün olduğunca çabuk ve dikine bir şekilde hücum edilmesinin gerektiği" yazılıp çizilmekte... Bundan önceki 5, 10 yıl önce de topa sahip gereği üzerine methiyeler düzülüyordu... Dahası 30, 40, 50 yıl önce futbol zaten sadece dikine oynanan bir oyundu. Yeni bir arayış veya bir işin değişimlere uğraması veya uğratılması yoktan var etmek demek değildir. Yeni dediğimiz eskiyi tamamen silme ve yok etme anlamına gelmez. Yeni olan eskinin seçeneği olabilir, farklılaştırılmış devamı, çeşitlendirmesi olabilir. Buna da gelişim ve geliştirme diyoruz. Sözde dikine oynamanın günümüz futbolunun gereği olduğunu söyleyenlere gelince, dikine ve çabuk oynamak her zaman önemli olmuştur. Ama bu topa sahip olmayı düşünmemek, kaptığımız her topu rakip kaleye doğru oynamak gereği anlamına gelmez.. Futbol artık bir strateji oyunudur. Sadece kendinize göre değil, sadece rakibe göre de değil, hem kendinize ve hem de rakibe göre oynamak gereği her zaman değişmeyecek bir gerçektir. Dikine oynamak için de topa ihtiyaç vardır. Topa sahip olmayı istemenin nedeni da rakip kaleye gol atmaktır. Dolayısıyla oyun hepsini sarmal ve ardışık olarak içeririr. Duruma göre birisi bazen daha önem kazanır. Formal Futbol oyunu topu ayakla yöneterek gol atma ve gol yememe üzerine inşa edilmiş, kalecilerin de olduğu 11 er kişiyle oynanan bir oyundur... Dolayısıyla bu hiç değişmeyecektir. Bu değişmediği sürece yapılacak her değişiklik bu temel üzerine inşa edilecektir. Oyunun değişime uğrayarak gelişmesi gol yememe üzerine arayışlar ile gol atma üzerine arayışlar toplamının sahaya yansıması şeklinde gerçekleşecektir.. Bunu bir öncekini silip atarak değil, değiştirerek ama mutlaka geliştirerek yapabilirsiniz. Özetle bundan sonra oyuna ilişkin yapılacak her değişim topa sahip olmayı da, dikine oynamayı da, hızlı oyunu da içermek zorundadır. Tarih böyle oluşur. Oyun tarihi de böyle oluşur...

Yaratıcı eğitim

Çocukları yaratıcı oyun oynamaları için programlayamayız. Ama yaratıcı oyuncu olmaları için eğitim ortamlarını ve oyun ortamlarını düzenleyebilir, eğitimlerini programlayabiliriz... Çocukların yaratıcı oyun oynayabilmelerini sağlamak için, onlardan sadece bizim istediğimiz şeyleri ve istediğimiz şekilde yapmalarını isteyerek bu mümkün değildir... Çocuklar, eğitimlerinin en az yarısında ve mümkünse tamamında onlardan istenen görevleri, kendi tutkularının peşinden koşarak yapmalarına ve inisiyatif kullanmalarına fırsat vererek ve imkan sağlayarak yaratıcı oyun oynamaya başlayabilirler. Lakin bu şu demek değildir; Çocuklar istedikler gibi, başı boş oynasınlar... Evet bu da gereklidir. Ama yaratıcı oyun planlamasında görevler vardır, yapılması gereken işler vardır, çözülmesi gereken problemler vardır ve aşılması gereken kurallar vardır. Anı zamanda çocuğun bu konularda inisiyatifini kullanma, farklı seçenekleri deneme veya o an için hiç düşünülmeyen bir davranış sergileme uğraşısına girme gibi yaklaşımlar yaratıcı oyun için ön koşullar anlamına gelmelidir. İp uçları, yönlendirmeler ise eğitici antrenörün rolleri arasındadır. Yaratıcı oyunda eğitici antrenörün en etkili kılavuzluğu pozisyonlarda ve o anki durumda en doğru futbol davranışın göstermek ve yapmalarını istemek değildir. Tam tersine her zaman birden fazla seçenek ve davranış olduğunun benimsetilmesinin sağlanmasıdır. Bazen en doğru teknik davranış, o an için en iyi davranış olmayabilir. Çocukların bir davranışa odaklanarak sadece o davranışı beceriye dönüştürmeleri eğitimi sağlıklı olmadığı gibi yaratıcı eğitim davranışı da değildir... Yaratıcı eğitim mantığı sonuca en kolay ve en kısa ulaşma üzerine kurgulanan "en farklı davranışları gerçekleştirme" mantığı üzerine inşa edilir.

BASİT, KOLAY VE AMACA YÖNELİK...

TEMEL EĞİTİM FELSEFESİ: ÇOCUKLAR GERÇEKLEŞTİREBİLDİKLERİNİ ÖĞRENİRLER. BU SADECE PARÇADAN BÜTÜNE DEĞİL, BÜTÜNDEN PARÇAYA DA DEĞİL... AYNI ANDA BERABER İÇ İÇE, SARMAL VE ARDIŞIK OLARAK GERÇEKLEŞİR. Önce basit ve kolay olanı seçer çocuk... Sonra o basit ve kolay olanı tekrar ederek beceriye dönüştürür. Çünkü çocuğun bedensel amam öz ellikle akıl yürütme gücü işe en basit ve en kolay yapabileceği şeylere izin verir. Çocuklara karmaşık şeyler öğretmeye başlayarak onları daha becerili hale getiremeyiz. Tam tersine, bu tür yaklaşımlar onları yetersiz kılar ve yetersizlik algısına neden olur. Basit ve kolay olan giderek hızlı ve çabuk olmaya başlar. İşte bu bir göstergedir. Basit ve kolay olan hızlı, çabuk ve süratli olmaya başlamışsa, başka şeyler öğrenmeye ve gerçekleştirmeye hazır hale gelmiş demektir. Bu bir kaç cümleden şu sonuç çıkmasın diye yazmak durumundayız; "Futbol eğitiminde önce teknik öğretime başlanmalı, pas veya top kontrolü kolay ve basit öğretilmeli, sonra başka becerilere geçilmelidir"... Hayır, asla bunu söylemiyoruz... Her şeyi ama her şeyin önce "basit ve kolay" olanı vardır. Oyun buna dahildir. Oyunun da basit ve en kolay ve yaşlara özgü kurgulanması söz konusudur. Bizim burada söylemeye çalıştığımız şey; Çocukların bebeklikten itibaren 16,17,18 yaşlara değin ulaşabilecekleri tüm bilişsel, motor, duygusal ve sosyal öğrenmeleri basit ve kolay olanı gerçekleştirmek şeklinde başlar. Çünkü yaptığı şey ve yapması gereken şey basit ve kolayca o işi yapmaya elverişlidir. Çünkü yaptığı şeyler onun yapabileceği kadardır. Zorlamak her açıdan zarar verir. Zorlamak ile çabalamak başka şeylerdir. "Basit ve kolay" olması demek, gelişmeyi sağlayan şey demektir. Önemli olan bir becerinin öncelikle "zor ve karmaşık" olması değil, basit ve kolay ama mutlaka amaca yönelik olmasıdır. Özetle; Basit kolay ve amaca yönelik.. Hangi beceriler, davranışlar derseniz; Hepsi... Futbola ilişkin ne varsa... Hepsini basit kolay ve amaca yönelik planlayabilirsiniz.. Unutmayalım ki, hayatımıza dair ne varsa her şey aynı zamanda ve beraberce "bütünden parçaya, parçadan bütüne" şeklinde başlar ve devam eder... Ama yaşa ve gelişim düzeyine uygun şekilde. Not: Dünyanın en gelişmiş ülkelerinin ilkokullarında asa ve asla zorlu matematik soruları ve problemleri yoktur. Ama matematik ile ilgili ve problem ile ilgili her şey vardır. Keza dil gelişim için de öyle... Yama ve anlama için de aynı şekilde... Basit kolay ve amaca yönelik....

KOLEKTİVİZM (=ORTAKLAŞACILIK) BAŞKA, RİNGELMANN ETKİSİ BAŞKA ŞEYLERDİR...

Kolektiflik Ringelman kuramına yol açacak sonuçlar üretebilir... Ama üretmemesi mümkündür.. Bu sayfayı izleyenler bilirler. Kolektif yapıyı, kolektif kültürü ve kolektif yaşam biçimini hep savuna geldik. Çünkü kolektif kültür, "biz" olabilmenin en büyük ön koşuludur. Ama kesinlikle fanatik düzeyde ve bilimsel olmayan bir düşünce ve görüşün savunucusu olamayız. Olmamalıyız... Fanatik düzeyde bir "ortaklaşacılığı" savunmak demek, onun yaratacağı sorunları görmemek veya görememek demektir. Bakınız, kolektivizm veya kolektif kültür, herkesin aynı işi, aynı düzeyde, aynı anda yapması demek değildir. Veya herkesin mutlaka aynı düzeyde, aynı sürede, aynı ritimde ve aynı üretkenlikte çalışması demek de değildir. Ortaklaşa olunacak olan şey, bir işin o işi yapacaklar tarafından sahiplenilmesi, yetileri, yetenekleri, üretkenlikleri, verimlilikleri düzeyinde "adil eşitlik" koşullarına göre yapılmasının benimsenmiş olunmasıdır. Bir futbol takımında veya altyapı kültürü oluşturulma sürecinde kolektiflik "takım" olmanın algısını oluşturma açısından önemlidir. Bir kişinin iyi oynamasının takımın başarılı olmasına yetmeyeceğinin bilinmesidir. Kolektif anlayış asla şu anlama da gelmemelidir. Bir takımda yer alan herkes tek tip özelliğe, tek tip ihtiyaca, tek tip oyuna, tek tip davranışa sahip olmalıdır. Elbette kolektivizm böyle bir şey değil. Kolektivizm herkesin rolünü gerektiği şekilde oynadığı, sorumluluklarını üstlendiği, her kişinin görevinin diğerinin görevini yapmasına veya yapmamasına neden olacağını bilinci, ahlakı ve duygusudur. Ringelmann teorisine gelince, Bir ekipte kişi sayısı arttıkça, kişi kendisinin görünmediğini düşünüp daha az çaba harcar ve bu yüzden verimlilik düşer. "Ringelmann Etkisi" olarak adlandırılan bu durum sizin de farkına vardığınız üzere herkesin aynı işi, aynı anda ve aynı şekilde yapmasına dayalı bir takım oyunu için geçerlidir. Örneğin ip çekme yarışı veya çamura batmış bir arabayı itme davranışlarında takımı oluşturan herkesin aynı gayreti göstermeme ihtimali oldukça yüksektir. Çünkü kimin ne kadar güç sarfettiğini, daha doğrusu kimin gücünü yeterince zorlayıp zorlamadığını anlamak hiç de kolay değildir. Özetle, ekip ve takım çalışmalarında, oyunlarında kolektivizm son derece önemlidir. Ringelmann teorisi ile karıştırılmamalıdır. Herkesin işini olabilecek en iyi şekilde yapmaya çalışması takımın başarılı olmasını sağlayacak temel unsurdur. Özellikle son 10-20 yılda futbolda bireysel başarı ve bireysel performans analizi ve fetişizmi çok daha fazla öne çıktı. Bunda endüstriyel futbol, transfer, para, şöhret ve popüler kültür gibi etkenlerin rolü büyük... Ama başarılı olan takımlara iyi baktığımızda her ne kadar iyi futbolculardan kurulu olsalar da, takım oyunu ve takım oyununa dayalı kolektif oyun düzenlerini, sistemlerini iyi uygulayan takımların önde olduğunu anlamak için çok bilgili olmaya gerek yok.. Yıldızlar maç kazandırır. Takımlar ise şampiyonluğu kazandırır. Takım oyunu herkesin bireysel özelliklerini de işe koştuğu ama bütünsel olarak birbirini tamamlayan oyunculardan ve bu oyuncuları verimli kılacak oyun düzenlerinin ve uygulamalarının sahaya aktarılmasıyla ilgilidir.

ANTRENÖRLÜK VE TEKNİK DİREKTÖRLÜK "OYUN ANTRENÖRLÜĞÜ" VE "OYUN TEKNİK DİREKTÖRLÜĞÜ"

HANGİ TAKIM OYUNU İLE İLGİLİ OLURSA OLSUN, ANTRENÖRLÜK VE TEKNİK DİREKTÖRLÜK "OYUN ANTRENÖRLÜĞÜ" VE "OYUN TEKNİK DİREKTÖRLÜĞÜ" ZEMİNİ ÜZERİNE İNŞA EDİLMELİDİR. Farklı görüşleri, hatta karşıt görüş ve düşünceleri dinlemek, okumak geliştirir... Aynı konuda okumak ve dinlemek o konuda ilerlemenizi sağlayabilir... Ama bir eşik düzeyden sonra geliştirmez... Örneğin bir antrenörün aynı oyun sistemi ve ilgili oyun dizilişi konusunda derinlemesine, detaylı ve ısrarlı çalışması onu o sistem ve oyun dizilişi konusunda yetkinleştirir. Bunun bir eşik düzeyi vardır. Ondan sonrası artık geliştirmez. Ama aynı oyun sistemi ve dizilişi konusunda farklı görüş ve düşüncelere açık olması, ona söz konusu sistem ve saha dizilişleri konusunda yeni ufuklar, seçenekler ve yaratıcı davranış imkanları sağlar... Özetle geliştirir. Hele hele farkı sistem ve sistemlere ilişkin onlarca saha dizilişi konusunda görüş ve düşüncelere açık olması ise hem kuramsal hem de antrenman uygulamaları konusunda gerçek bir gelişim fırsatı sağlar.. Doğruda ısrar elbette önemlidir. Ama tek doğruda ısrar bazen gelişime engeldir. Futbol bir oyundur ve oyunlarda tek bir doğru yoktur. Doğru sürekli değişir. Dolayısıyla aynı taktikte ısrar, o taktiği çok iyi bilmeyi ve uygulatmayı sağlayabilir lakin gelişimi bir süre sonra kısıtlar ve engeller. Oyunlar sürekli gelişmektedir. Yani oyunlar iç yapısına özgü sürekli değişime açıktır. Bazen doğru uyguladığınız taktik yetersiz kalabilmektedir. Onun içindir ki, oyun antrenörler birden fazla görüşe ve düşünceye açık olmak, karşıtları ve çelişkilerin sürekli değişimine ayak uydurmak için "stratejik" olmayı öğrenmek ve becermek zorunda olan kişilerdir. Her taktiğin bir karşı taktiği vardır. Her hamlenin onu durduracak veya zaafa uğratacak başka bir hamle ile karşılanması gerekir. Antrenörlüğün ( özellikle teknik direktörlüğün) mesleki anlamda işi, görevi, yeterliliği ve becerisi budur... Oyun antrenörlüğü veya teknik adamlığı demek bir oyunu bir şekilde çok iyi oynatan kişi demek değildir. Sanırız Türkiye Futbolunun teknik adamlar açısından en büyük sorunu ve eksiği "oyun antrenörlüğü"konusundaki çok seçenekli, çok varyasyonlu ve "kontra-oyun" yeterliliğinin olması gerektiği düzeyde olamayışıdır.

Teknik Direktörlük İşi

"Teknik Direktörlük" olarak adlandırılan iş, esasında tamamen "Taktik Direktörlük" işidir. Taktiğin dışında her şey diğer ilgili teknik kadronun ve uzmanların işidir. Bir teknik direktör, asıl işi olan "taktik direktörlük" konusunda (hazırlık evresi, müsabaka evresi taktik hazırlık, taktik antrenman ve farklı taktik stratejiler planlama ve uygulatabilme) ne kadar yetersiz ise diğer işlere daha fazla meyletmeye başlar. Örneğin atletik kondisyon işleri, idari işler, halkla ilişkiler, kişisel işler gibi.) Takımları başarısız olan veya olması gerektiği düzeyde başarılı olamayan teknik direktörler iyi analiz ettiğimizde, 1. Üstüne vazife olmayan işler ile daha fazla ilgilendikleri, 2. Taktik uygulama antrenmanlarında verimli olmadıklarını, 3. Transfere ve bazı özel oyunculara bel bağladıkları, 4. Gerekçe ve mazeret üretmeye eğilimli davranışlar sergiledikleri görülür. Sonuç olarak teknik direktörlükteki "teknik" ne futbol tekniği ile ilgili bir ifadedir. Ne de diğer işler ile ilgili bir ifadedir. Tamamen "oyun" ile ilgilidir. Oyun bilmek,oyun çözmek, oyun üretmek, oyun okumak,karşıt oyun geliştirmek gibi... Yani işin stratejisi ile ilgilidir. İş oyun olduğuna göre işin stratejisi "oyun stratejisi" ile ilgilidir. O halde teknik direktörlerin işi tamamen oyun direktörlüğü, oyun taktiği ile ilgilidir. Ve sonuç olarak bir teknik direktör esasen taktik direktördür. Oyun taktikleri direktörüdür. Oyun direktörüdür. Mesleki liyakatı da, becerisi de tamamen oyun kurguları ve karşıt oyun stratejileri yeterliliği üzerine olmalıdır.

PAS

PAS EĞİTİMİ ÜZERİNE 1 Kontrol-Pas çalışması futbol temel eğitiminde en fazla ve en sık kullanılan uygulamalardan birisi olsa gerektir... O kadar ki, çocuklar pas vermekten bıkar hale gelebilirler. Oysa pası oyun için gerekli kılan ve güzel kılan pas veren değil, pası alandır. Futbol temel eğitiminde pas alma, pas alma davranışları ve pas almak için alanda farklı yön ve açı değiştirmeler üzerinde durulmalıdır. Çünkü oyunu değiştiren, oyunu akışını belirleyen sanıldığı gibi pas veren değil, pası alanın nerede olduğudur. Onun içindir ki, futbol temel eğitiminde pas verme kadar, pas almaya da odaklanmak zorundayız. PAS EĞİTİMİ ÜZERİNE 2 Pas, ideal anlamda baskı altında olan oyuncunun topu takım arkadaşına vermesi davranışı değildir. O bir zorunluluktur. Pas, ideal anlamda iki kişinin top alış verişi de değildir. O işin en kolay ve çoğu zaman gerekli olmayan ısındırma ve ısınma davranışlarıdır. Pas esas olarak oyun akışını değiştirmek, oyunu kurgulamak için, oyun yönünü değiştirmek, oyun hızını ve ritmini oluşturmak üzere pas alma eylemine geçen kişilere topun zamanında en iyi şekilde aktarılması/gönderilmesidir. Bizim temel eğitim uygulamaları pas çalışmaları ya baskı altındayken veya hiç gereği yokken durağan ve boşta pas çalışmaları ile doludur. Pasın anlamını pası veren oluşturmaz. Pası alanın hareketliliği, yönü, açısı ve o anki doğru konumlanmış olması oluşturur. Pasın amaca uygun olmasını sağlayan, pası veren gibi görünse de, asıl olarak pası alandır. Pası veren elbette önemlidir. O önemli değerli kılacak pası alanın, pası alma hareketliliği, yönü, açısı ve konumlanışıdır. Futbol, top ayağında olanların oynadığı ama topu alacak olanlar ile devam eden ve sonuçlanan bir oyundur.

TÜRKİYE FUTBOLUNUN SORUNU; KARAKTERİSTİK BİR OYUN İNŞASININ OLMAMASI

ÇÖZÜM; "OYUNA İNŞASINA ODAKLI BİR BİR GELİŞİM SÜRECİ". Türkiye on yıllardır, giderek artan bir düzeyde tamamen oyuncuya yönelmiş, oyuncu odaklı bir futbol anlayışı ve kültürü ile hareket eden bir ülkedir. Bu uygulama olarak çok yanlış bir uygulama olmasa da, futbol stratejisi olarak çok yanlış bir yaklaşımdır. Oyuncuya yönelik, oyuncu odaklı bir futbol ülkesi olmak demek, sadece transfer yaparak başarılı olunacağı düşüncesi ve anlayışı demektir. Çok daha kötüsü ise şudur; Oyuncuya yönelik bir futbol inşa etmek demek,kendi futbolunuzu ve kendi oyununuzu asla inşa edememek demektir. Yani, Ülkeler ve toplumlar oyuna yönelik ve oyuna odaklı bir futbol inşa etmek zorundadırlar. Bir oyun anlayışı, kültürü ve uygulaması demek, bir futbolunuzun olduğu anlamına gelir. Bir oyununuz varsa, eninde sonunda oyuncularınız da olacaktır. Ama oyuncularınız size bir oyun inşa etmez. Oyunlarını oynarlar, belki şampiyon da olurlar. Ama bir oyun inşa edemezler. Türkiye futbolu ile Türk Futbolu arasındaki ilişki veya çelişki işte burada yatmaktadır. Önce oyun gelir. Oyununuz varsa çok şeyiniz var demektir. Bir oyununuz olmadan, oyuncularınızın olması demek, sadece bir pazar ülkesi olmak demektir.

Çift Ayaklı Oyuncu

SOL AYAKLI FUTBOLCU ARAYIŞI YERİNE, HER İKİ AYAĞINI KULLANAN FUTBOLCU (VÜCUDUN SAĞ VE SOL BÖLÜMLERİNİ AYNI DÜZEYDE KULLANABİLME BECERİSİ) ÜZERİNE.... İnsanlar doğumlarından itibaren bedenlerinin sağ veya sol yanlarını kullanma yetisi ile doğarlar. Bu yeti hiç bir zaman kaybolmaz. Ama giderek körelir. Körelme nedeni, bir tarafı daha az kullanma veya kullanmama ile ilgilidir. Bu tamamen nörolojinin alanıdır ve beynin hareket/motor davranışlardan sorumlu bölümündeki sinir bağlantıları ve iletim örüntüsüyle ilgilidir. Ama birinci paragraf özellikle spor ve futbol eğitim için ve eğitimin planlanması adına çok önemlidir. Çünkü motor davranış gerektiren her işte bedenin tamamının işlevsel ve çok yönlü kullanılması kolaylık, üretkenlik dolayısıyla da yapılan işe özgü üstünlük sağlar. İnsanlar doğal hallerine bırakıldığında doğuştan gelen sinir kurgusu nedeniyle bir taraflarını daha becerikli kullanırlar. Ama insanlar doğuştan itibaren her iki bedenlerinin iki tarafını da aynı süre, aynı tekrar, aynı zaman, aynı sıklık, aynı şiddet ve aynı yoğunluklarda kullandıkları sürece, aynı kullanım becerisi düzeyine ulaşırlar. İnsanlar bedenlerinin her iki bölümünü de, yani her iki ellerini ve ayaklarını da kullanma yetisi ile doğuyorlar ise, bu her iki elin de ve her iki ayağın da aynı düzeyde beceriyle kullanılabileceğini gösterir. Çünkü yeti varsa, özelliğe evrilecek altyapı da var demektir. Yetiler özelliğe ve özellikler de yeteneğe ancak kullanılarak evrilir ve gelişirler. Bunun için uyaran ve uyarana tepki olarak motor davranış gerekir. Yani bebeklikten itibaren çocuklar her iki ellerini ve ayaklarını aynı düzeyde ve amaçlı olarak kullanmaya yönelirler ve yönlendirilirlerse ilgili beden bölümlerinde var olan yeti (sinir kas bağlantıları ve reseptörler) aktive olur, aktive olan sinir hücreleri diğerini uyararak daha çok sinir hücresinin aktive olmasına yol açar. Bu da sonuçta vücudun tüm bölümlerinin aynı özelliği kazanmasına ve haliyle yetilerin yeteneğe evrilerek beceri üretecek denli gelişmesine neden olur. 3 yaşlarından itibaren dikkat edilmesi gereken bir konudur. Çocukların 2 yaşlarına kadar sağlak veya solak oldukları pek anlaşılmaz. Çünkü bedenlerinin bölümlerini neredeyse aynı düzeyde ilkel olarak kullanırlar. Bu konuda hiç bir şey yapmamak, çocuğun doğuştan getirdiği yetilerin tek yönlü kullanılmasına bağlı bir sonuç olarak genelde sağlak veya solak olmaları ile sonuçlanır. Sağlaklığın neden daha çok, solaklığın neden daha az olduğunun birinci nedini nörolojik ise,ikinci ve asıl nedeni çevresel, kültürel ve yoğun kullanım ile ilgilidir. Elleri olmayan insanların ve özellikte çocuk yaştan itibaren bu durumda olanların ayaklarını el gibi beceriyle kullanabildiklerini biliyoruz. Bu da bize gösteriyor ki, çocukluktan itibaren her iki eli ve ayağı aynı düzeyde kullanmayı gerektiren tüm etkinlikler, oyunlar, uygulamalar sporcularda solaklık ve sağlaklık meselesinin çözümüdür. Yasaklamalar ve zorunlu tutmalar sorunu çözmez. Kullanım ortamları, kullanım koşulları, kullanım ihtiyaçları yaratmak ve bu şekilde her iki ayağın ve elin kullanımını sağlamak tüm spor dalları için, cerrahlık için ve kompleks makine ve teçhizat kullanımları için bir gerekliliktir.

HER İKİ AYAĞI KULLANMA

Sol el kullanma yasağı veya sol eli kullanmama kültürü ve geleneği haliyle sol ayak kullanmama sonucunu doğurur. Çünkü sol el, sol ayak ile sağ eli sağ ayak eşgüdümlü ve sinirsel olarak bağlantılı çalışır. Bu konuda, yani sol eli kullanmamanın sol ayağı kullanmama sonucuna etkisi %100 oranında olmasa da ciddi oranlarda etkiler. Bilindiği üzere genelde solaklar sol el sol ayaklarını kullanırlar. Sağlaklar ise sağ el, sağ ayaklarını kullanırlar. Çok az oranda olsa da sol el sağ ayak, sağ el sol ayak kullananlar da vardır. Sağlakların yüzdesi, solakların yüzdesine oranla çok daha fazladır. Bu ilgili sinir sistemi organizasyonu yanında çevresel/eğitimsel etkilerin de bir sonucudur. Bilmemiz gereken şudur; Çaprazlama bir örüntüyle oluşan beyin, sinir yolları ve kas bağlantıları insanın onbinlerce yıldır değişim ve oryantasyonu ile ilgilidir bizi çok fazla ilgilendirmez. Bizi eğiticiler ve antrenörler olarak ilgilendiren şudur; Sol el, sol ayak, sağ el, sağ ayak kullanımı için yeteri düzeyde beyin ve sinir iletisi altyapısı vardır ve bunlar küçük yaşlardan itibaren aktive edilirse, uzuvların çift yönlü kullanılabilmesi aynı düzeyde ve kalitede mümkün olabilmektedir. Örneğin, bir piyanistin her iki eli de piyanoyu çalarken aynı beceriyle gerçekleştirebilecek düzeyde gelişmiştir. Futbolda, voleybolda ve tüm spor dallarında okul öncesi eğitimde olması gereken ve 7 yaşa kadar devam eden süreçte oyun ve hareket etkinliklerinde, nesne kontrolü ve kullanımı ile ilgili hareket becerilerinde çift el ve çift ayak kullanımları, ileride spor branşları temel eğitiminde bunun devam ettirilmesi demek her iki elini ve ayağını kullanan sporcular sonucunu üretecektir.

ÖĞRETİMDE NASILA MI? NİÇİNE Mİ ÖNCELİK VERELİM?

Öğretimde;Nasıl yapılması gerektiği öğretimi mi? Yoksa, Niçin yapılması gerektiği öğretimi mi önceliklidir? Bu sorunun yanıtına "öğretim odaklı ve merkezli" bakarsanız vereceğimiz cevap farklılıklar gösterebilir. Ama öğrenen odaklı ve öğrenme merkezli açıdan bakarsak vereceğimiz cevap açıktır. Elbette bir öğrenen için bir işin nasıl yapması gerektiğinden önce niçin yapması gerektiği çok önemlidir. Örneğin, topun hızlı veya uzağa gitmesi için topa vuruş şeklinin öğretimi önemlidir ve nasılın cevabıdır ama eğer çocuk daha önce vurduğu topların hızlı veya uzağa gitmediğini deneyimlememiş ve anlamamış ise nasıl yapılması gerektiği ile ilgili öğretim amaçlı, işlevsel, kalıcı ve verimli bir öğrenmeyi sağlamaz. Çocuklar niçin sorusunun cevabı için elbette her şeyi deneyimleyemezler. Ama bizim çocuklara teknik öğretim başta olmak üzere tüm öğretim konuları ve becerilerinde çocukları bir davranışı niçin yapmaları ve niçin daha iyi yapmaları gereğini algılamış olmalıdırlar. Binlerce kes ayak içi pas çalışması yapmak yerine, ayak içi pasın amacını, işlevini, isabet ile ilgili farklılığını bir şekilde algılanmaları sağlanmalıdır. Anlamlı öğrenme, öğretimi kolaylaştırır. Ufa bir çocuğun bir taşı yerden alıp atma davranışındaki bilinç ve amaç "taş atma becerisini geliştirmekle" asla ilgili değildir... Taşı bir yere atabilmek ile ilgilidir. Çocuğun önünde bir duvar varsa taş atmayı düşünmez. Niçin? Taş atmanın koşulları yoktur da ondan... Eğitim koşullar yaratma, ortamlar oluşturma işidir. Nasıldan önce niçin gelir... Çünkü, niçin yapacağını algılayan çocuk için nasılın birden fazla cevabını söz konusudur. Gelişim dediğimiz şey de esasen budur.

6 Tem 2020

Psikomotor Gelişimde Takıntılı Motor Davranış

Çocukluk dönemleri, özellikle 3 yaştan başlayarak 10 yaşların başına kadar çocukların en tipik davranışlarından birisi de, en becerikli oldukları ve en iyi gerçekleştirebildikleri davranış konusunda ısrarlı olmalarıdır.

Diğer bir ifadeyle çocuklar temel hareket becerileri ve özelleşmiş hareket becerileri süreçlerinde en çok tekrar ettikleri hareketleri beceriyle yaparlar ve beceriyle yaptıkları hareketlerden kolay kolay vazgeçmezler.

Bu durumu iki açıdan ele almak olasıdır;.

1. İşin olumlu yönü, söz konusu hareket ilerleyen süreçte sportif performansta işine yarayacak denli gelişecek ve rahatlıkla kullanılacak bir performans hareketi niteliği kazanabilecektir.

2. İşin olumsuz olabilecek yönü ise, çocuklar bir işi yaparken, o işi hangi hareket ile en iyi gerçekleştiriyorlar ise o hareketi sürekli kullanmaya devam ederler. Oyunlar için de aynı şey geçerli olabilir. Çocuklar bir oyunu oynarken, oyunu en iyi gerçekleştirebildikleri bir veya bir kaç beceriyle oynamaya yönelebilirler. Bu bir açıdan çocuğun kendisi iyi hissetmesine ve bu nedenle duygusal açıdan olumlu bir gelişime neden olabilirken, diğer açıdan hareket çeşitliliği ihtiyacı duymamaya neden olabilecektir. Bunun doğal sonucu ise ilerleyen yaşlarda "yaratıcı oyun" ve "oyunda yaratıcılık" gelişimine olabilecek olumsuz etkilerdir.

Lakin hemen işi kestirip atmama açısından 10-12 yaş sürecini görmeden acele karar vermemek gerekir.

Ama aynı durum bu yaş aralığındaki etkinlik ve oyunlarda da söz konusu oluyorsa, endişe etmemiz gereken bir durum söz konusu demektir.

Unutmamız gereken şey şu olmalıdır; Çocuklar 8 yaşına kadar "temel hareket becerileri çeşitliliği" açısından, 9 yaşların sonuna kadar "özelleşmiş hareket becerileri çeşitliliği" açısından oldukça gelişmiş durumda olmalıdırlar. Bu gelişim onların seçecekleri ve seçmiş oldukları sportif branşlarına özgü beceri çeşitliliği ve düzeyi açısından belirleyici olacaktır.

SPOR YAPMAK ÇOCUKLARDA "SOSYAL GELİŞİMİ" OLUMLU ETKİLER

Herkesin bildiği ve üzerinde hemfikir olduğu şöyle bir cümle vardır;
"Spor çocukların sosyal açıdan gelişmelerini sağlar"...

Yanlış mıdır?
Elbette hayır...

Çocukların sosyal yani toplumsal açıdan gelişmeleri için iletişim, işbirliği, iş bölümü, birbirinin sorumluluğunu alma, yardım etme gibi pratik uygulama koşulları ve yaşam biçimleri ile gerçekleşir.

Unutmamak gereken şey ise şudur, bütün bu sayılanlar yani, işbirliği, işbölümü nasıl gerçekleşir?

Yani "Eşitlerin ilişkisi" ile...

Çocuklar eşit koşullarda ve birbirlerini eşit olarak görmedikleri sürece orada gerçek anlamda ve ideal açıdan bir işbirliği ve iş bölümü gerçekleşmiyor demektir.

Evet spor çocukları sosyal açıdan geliştirir. Ama söz konusu sporun sosyal eşitlik koşullarını sağlaması gerekir. Eğer bazı çocuklar daha ayrıcalıklı, daha önemli, daha değerli, daha gözde ise, orada sosyal ilişki koşulları ortadan kalkmaya başlar.

Sosyal gelişim dediğimiz şey, sosyal beceriler kazanmak ve oluşturmaktır. Sosyal beceriler, sosyal ilişki ortamları ve koşullarında gerçekleşir.

Bu koşullar ne kadar elverişli ise, gelişim ortamları ve koşulları o kadar sağlıklı demektir.

Çocukların sosyal gelişimleri için en az bunun kadar önemli, hatta kimi zaman çok daha önemli bir önkoşul daha vardır.

Duygusal gelişim.

Duygusal durum, içsel gelişim ile ilgili bir gelişim özelliği olup, mutlu, olumlu,sevecen, iyimser kişilik özelliklerinin varlığı ve gelişmiş olmasını içerir.

Bir çocuğun sosyal gelişimi için gereken önkoşul onun duygusal açıdan sağlıklı olmasıdır. Kendini ifade etme cesareti, isteği, arzusu, birlikte olma sevinci, coşkusu duymayan, sinirli, hüzünlü, mutsuz çocukların doğal olarak sosyal beceri geliştirmeleri de çok mümkün olamamaktadır.

Sağlıklı çocuklar geliştirmenin birincil koşulu duygusal açıdan sağlıklı çocuklar geliştirmektir.

Duygusal gelişim aile, çevre, okul ve spor kulübü içinde önem ve değer verilen, kişiliğine saygı duyulan yaklaşımlar yanı sıra ilgi ve ihtiyaçları şımartılmadan karşılanmış ve iyi yönlendirilmiş olmayla sağlanabilecek bir gelişimdir..

Evet.... Spor çocuklarda sosyal gelişim açısından yarar sağlar. Ama bunun için tüm çocukların eşit konumlarda ve duygusal açıdan sorunsuz olmaları son derece önemli ve gereklidir.

ÖĞRENME ÖĞRETİMİ, ÖĞRETİM DE ÖĞRENMEYİ BELİRLER.

Öğretmenler ve antrenörler için sürekli bir öğretin stratejisi ve öğretim yöntemlerinden söz edilir.

Yerinde ve doğrudur.

Öğretmeyi bilmeyen öğretemez. Öğretemeyen öğretmen ve antrenör olamaz. Olsa da verimli olamaz.

Bu arada sürekli öğretim stratejileri, yöntemleri ve tekniklerinden söz ederken aklımızdan çıkarmamamız gereken asıl önemli şey, öğrenmedir.

Çünkü öğrenme yoksa veya gerçekleşmiyorsa öğretim ne kadar iyi olursa olsun arzulanan verimlilik sağlanamayabilmektedir.

O halde yapılması gereken çocuklar, gençler ve büyükler nasıl öğrenir? Sorusunun cevabını bulmak ve öğretim yaklaşımlarımızı buna göre kullanmaktır.

Özetle şunu söylemeye çalışıyoruz;
Öğretim nasıl öğrenmeyi belirliyor veya belirlemeye çalışıyorsa,
Öğrenim de öğretimi belirlemeli ve belirlemeye çalışmalıdır.

Öğrenenin önemli ve merkezde olmadığı bir eğitim, öğretimi verimsiz kılar.
Keza öğretimi dışlayan ve önemsemeyen bir eğitim de öğrenmeyi verimsizleştirir.

Bu nedenle örneğin futbolda teknik öğretim, taktik öğretim, bedensel ve motor öğretim aynı yaklaşım, yöntem ve tekniklerin kullanıldığı bir eğitim olmamalıdır.

Dolayısıyla teknik beceri ile ilgili bir konu veya tekniğin öğretiminde tekrar yöntemi çok işe, taktik bir konuda savunma ilkelerine yönelik bir öğretimde işbirliği yönteminin de kullanılması gereği ve ihtiyacı ortaya çıkar.

Öğretmenler ve antrenörler hangi ders, hangi alan, hangi konu, hangi kazanım veya hangi davranışın en iyi öğrenilebileceği öğretim strateji ve yöntemleri konusunda ciddi düzeyde yeterlilik ve beceri sahibi kişiler olmak zorundadırlar.

Bu şekilde düşünülmüş ve tasarlanmış eğitim uygulamaları verimliliği arttıracak ve amaca yönelik öğrenme düzeyi ve kalitesine olumlu yansıyacaktır.

"KALIP YARGI" SORUNU

Önce işe "kalıp yargı" tanımlaması ile başlayalım
" Kalıp yargı, belirli sosyal grupların tüm üyeleri tarafından belirli özellikleri paylaştığı varsayılan bilişsel çerçevelerdir. ... Bir kalıp yargı, bir grubun üyeleri hakkında, sadece o grubun üyeleri olmaları nedeniyle sahip olunan bir dizi inanç ve beklentilerdir.” (Feldman, 1998 : 8283).

Yani daha kısaca kalıp yargı, bir topluluğun bütün üyelerine yönelik, abartılmış ya da indirgenmiş, aşırı yalınlaştırılmış ve genelleştirilmiş, çoğunlukla önyargılı kanı demektir.

Şimdi bu tanımı bir tarafa bırakarak ama aklımızda tutarak yazımıza geçelim;

“İnsanlar istiyor diye futbolu bırakmak istemiyorum. Bırakmaya henüz hazır değilim, yaşıtlarım hala oynuyor. Saha içinde sorumluluk alarak, futbolu ................. da bırakmak istiyorum.”

Yukarıdaki sözler bir futbolcuya ait. Biz özellikle futbolcunun ve kulübünün adlarını gizleyerek verdik. Çünkü burada esas konu futbolcu veya kulübü değil. Asıl konu olguyla kalıp yargı ilişkisini kurmaya çalışmak.

Çocukların futbolu ve çocuklar için futbol konularında da bu durum oldukça yoğun yaşanıyor. Çocuk ile,çocuğun gelişim ile futbol ilişkisi asıl mesele ve konu olması gerekirken iş çoğunlukla, başka konulara dertlere, sorunlara, açmazlar kayıyor. Çocuklar ortada kalıyor.

Girişte tırnak içinde yazılmış olan cümle, birçok futbolcunun daha önceki yıllarda defalarca kullanmış oldukları ifadedir aslında.

İstemeye istemeye futbolu bırakmanın, daha doğrusu bırakmak zorunda kalmış olmanın ön ifadelerinden birisidir.

Oysa futbolu bırakmanın biyolojik, fizyolojik ve performansa dayalı nedenleri ile sporcunun kendi isteğine dayalı nedenleri olur.

Birilerinin öyle düşünüyor olması, algı yaratma çalışmaları, psikolojik baskı ve en önemlisi "kalıplaşmış yargılar" bu konuda temel sorunlarımızdan birisidir.

Ticari futbolun gerektirdiği bir takım gerekçeleri de buna ilave edebilirsiniz.

Lakin futbolcu devam etmek istiyor, bu anlamda kulübüne zarar vermekten kaçınarak adımlar atıyor ve verimlilik açısından sorun yaratmayacak bir profil çiziyorsa, geriye sadece birilerinin kişisel tavrı, tutumu ve kendilerini tatmin peşinde koşmaları ile "spor ve futbolun "kalıplaşmış değer yargıları" olarak açıklanacak "bu yaşta futbol bırakılır", "artık verimli olamaz" türünden değerlendirmeler gelir.

Çocuklara ve onların futbolculuk gelecekleri ile konuyu bağlarsak;

İşte o sözünü ettiğimiz "kalıp yargılar" çoğu çocuğun futbol geleceğinin bitmesine neden olmuş, çoğunun hayata küsmesine yol açmış sonuçlar üretmiştir;

Örneğin;
"Bundan olmaz"...
"Bu doğuştan yeteneksiz, ne kadar çalışırsa çalışsın boş"....
"Tembel bu çocuk",
"Kafa basmıyor",
"Çok ağır"....
"Bu boy ile futbolcu mu olunur"
V.b.

İşe bu tür bazı sosyal grupların ve alana ilişkin yetki ve sorumluluk sahibi olması beklenen kişilerin "görmüş geçirmiş" deneyim ve yaşantılarından elde kalanlar ile oluşturdukları "kalıp yargılar" bir çok çocuğun çalışarak ciddi anlamda gelişim kaydedebileceği spor eğitim ortamlarından uzaklaşmalarına neden olmuştur.

Bir çok çocuk doğuştan bir takım özellikler getirir. Onlar işlenirse yetenekli,yetenekler kullanılırsa becerikli olurlar. Biz söz konusu o kalıp değer yargıları ile işte bu çocukları dahi bir alandan ve spor uğraşından uzaklaştırılmışlardır.

Süper ligde "yaşı 34 olmuş kişi futbol oynayamaz" yargısı ile "bu çocuktan futbolcu olmaz" yargısı çoğu zaman kalıplaşmış yanlış yargıdır.
Kalıp yargılar "değer" yargıları olamaz.

Davranışı Beceri İlişkisine Dair

Okuyarak, sadece okumayı çözeriz. Bir de belki daha hızlı okumayı becerebiliriz.

"Okuma becerisi" ise bambaşka bir şeydir.
Okuma becerisi çok okuyarak ve mutlaka farklı şeyler okuyarak gelişir.

Yazarak ise sadece yazmayı çözeriz. Belki bir de güzel yazmayı
becerimiz gelişir.

Yazma becerisi de bambaşka bir şeydir.
Yazma becerisi, yazarak ifade edebime becerisi denektir ve ancak çok yazarak, farklı amaçlar için yazarak, farklı şeyler ve konular üzerinde yazarak gelişebilir.

"Okuduğumuzu anlama becerisi" aynı şeyleri veya benzer şeyleri okuyarak gelişmez. Ancak farklı şeyler okuyarak "okuduğumuzu anlama becerilerimizi" geliştirebiliriz.

Yazarak sadece yazımız güzelleşebilir. Ama yazarak kendimizi ifade etmemiz için, önce çok okumuş olmalıyız, farklı şeyler okumuş olmalıyız ve sürekli farklı şeyleri, farklı şekillerde yazmamız gerekir.

Kendimizi yazarak en iyi şekilde ifade etmenin yolu görüleceği üzere okumayı da içeren ardışık ve sarmal bir duruma işaret ediyor.

Bunlar motor davranışları içeren "psikomotor gelişim" içinde aynı şekilde geçerlidir.

Yani okuma ve yazma becerileri ve gelişimi için yapılması gerekenler neyse futbol eğitimi ve gelişimi için de yapılması gerekenler aynıdır.

Sadece teknik çalışarak olmaz.
Sadece oyun oynayarak da olmaz.
Bir ondan bir ondan yaparak da olmaz.

Hayata dair her şey ardışık ve sarmal şekilde ilerler.
Sadece ardışık olması yetmez.
Sadece sarmal olması da yetmez.
Birlikte olması çok önemlidir.

Önemli olan ise, ardışıklığı ve sarmallığı her yaş dönemine uygun şekilde tasarlayabilmektir.

Asıl İş Veya İşmizin Esasına Odaklanmak

Doktor hasta ile uğraşmaz.
Doktor aslında hastalıkla uğraşır.

Ama biz doktorluğun hastalar ile ilgili bir meslek alanı olduğunu düşünürüz. İşinin gereği hasta ile dolaylı ilişkilidirler. Ama ilişkisinin nedeni hastanın kendisi değil, hastalığıdır.
Hasta ile uğraşanlar hasta bakıcılardır.

Antrenörlerin işi antrene etmektir.
Psikoloğun işi psikolojidir.
Psikiyatristin işi psikolojik hastalıktır.
Teknik adamın işi ise futboldur. Futbolun nasıl oynanacağı, nasıl geliştirileceği ve nasıl farklılaştırılacağıdır.

Eğitimcilerin işi aslında sadece eğitimdir.

İlk etapta tartışmalı gibi gelebilir. Hatta ters de gelebilir.
Ama iyice düşününce ve hatta uzun bir süre düşününce, aslında doğru olan bakış açısının bu olduğu anlaşılacaktır.

Her meslek grubu insanının asıl ve esas işi o mesleğin gerektirdiği işi yapmaktır.

Mesleği icra ederken ilgili olunan kişi ve kişiler ile ilişkili sosyal ve mesleki beceriler işin insani, sosyal, beşeri diye tanımlanan boyutlarıdır ve asıl iş olan mesleğin gerektirdiği ve amaçladığı işten daha önemli değildir.

Düşünün, eğitim bilmiyor ama ilişkileri çok iyi.
Hastalığa karşı çözüm üretecek mesleki becerisi yok ama hastalara çok iyi davranıyor,
Futbolu bilmiyor ama sporculara baba gibi davranıyor...

Olmaz... Olmamalı...
Mesleki yeterlilik ve iş ile ilgili uzmanlık işin olmazsa olmazıdır.

Çok iyi eğitimci ama ilişkileri kötü,
Hastalıklara karşı inanılmaz çözüm üreten ve işinin gerçekten uzmanı bir doktor ama hastalar ile pek ilgili değil,
Futbol konusunda bir dahi ama sporcular ile ilişkileri oldukça resmi...

Olur... Olabilir...
Çünkü sosyal beceriler,beşeri ilişkiler bir kişinin mesleki alanda uzmanlığını ve yararlılığını etkilemez. Sadece verimliliğini etkileyebilir.

Sonuç olarak mesleki yeterlilik ve uzmanlık sorunları yaşayanların işi gülerek, şirin görünerek, ilişkileri sıcak tutarak götürmeye çalışmaları işin olması gerektiği düzeylerde gerçekleştirilmesini engelleyen durumlardır.

Mesleki alanlarda öncelik uzmanlıktır.
Asıl gereken ve olmazsa olmaz olan şey, uzmanlık bilgi ve becerileridir.

Örneğin çocuğu gerçek anlamda sevmek demek, çocuk ile ilgili UZMANLIĞIN GEREKTİRDİĞİ her şeyi bilmek ve ona göre davranmak demektir.
Aksi takdirde o sevmek sadece sevmektir. Güzeldir, iyidir ama yetmez.

ALAN VE FARKINDALIK KAVRAMLARI

Genel Alan:
Çocukların güvenli bir biçimde yer değiştirebilecekleri sınırları belirli alandır.
Örneğin sınırlandırılmış futbol alanının tamamı genel alandır. Alanı hangi ölçülerde belirlerseniz genel alnı o şekilde belirlemiş olursunuz.

Alan farkındalığı;
Çocuğun bedenini farklı yönlere hareket ettirirken, güvenli hareket edebilmesi için seviye, uzam, yol, yön, yan ve yerin sürekli farkında olmasıdır.

Kişisel alan:
Çocukların hareket ederlerken kollarını açtıklarında, sahip oldukları varsayılan alan boşluğudur.

Şimdi bunları futbol oyununda "boş alan yaratma"ile ilgili olarak bir cümlede birleştirmek ve somutlamak gerekirse, "çocukların sınırları belirlenmiş oyun alanı içerisinde, sürekli daha küçük oyun alanları oluşturması ve daha küçük sınırda oluşturduğu bu küçük alanlarda kendini rahat edebileceği, topla oynarken mikro uyun alanları yaratmayı becerebilmeleridir."

O halde çocukları sadece dar veya küçük alanda, sadece orta ölçekte bir alanda veya sadece büyük alanda oyun oynatmamak gerekir.

İdeal olanı sürekli ve çok sık olarak gene alan ve kişisel alan geçişleri ile alan farkındalığı oluşturmalarının sağlanması ve böylece alan farkındalığı sağlayarak "boş alan yaratma" ihtiyacının gereğini yapabilmeyi hissetmelerini sağlamaktır.

Çocuklar Mutsuzsa


"Dünyada bir tane dahi çocuk mutsuz olduğu sürece, büyük icatlar ve ilerlemeler hiçtir." der Albert Einstein ...

Oysa dünyaya bakıldığında;

1. Bir yanda yoksul ülkelerin çocukları bırakın mutsuzluğu açlıktan kıvranmaktadırlar...

2. Öte yanda az gelişmiş ve sözde gelişmekte olan ülkeler diye tanımlanan ülkelerde ise eğitimde ve gelişim imkanlarına ulaşmada inanılmaz bir fırsat eşitsizliği ile karşı karşıya kalan ve daha küçük yaşlarda kaderi çizilmiş çocuklar,..

3. Tabi bitmiyor mutsuz çocuklar dramı; Cinsiyet eşitsizliği ve her yaşta çocuğun uğramakta olduğu akran,ebeveyn, öğretmen, eğitmen baskıları... Rekabetin, yarışmacılığın ve kazanmanın girdabında acımasızca kendilerinne biçilen rollar i oynamak zorunda kalışları.

4. Her türlü istismara açık oluşları ve istismar konusundaki yetersiz kalan toplumsal kültür ve yönetsel yetersizlik.

5. Çocuk yaşta işçilik...

6. Teknoloji bağımlılığı ve erken yaşta toplumsal yabancılaşma ve doğaya yabancılaşma..

Albert Einstein, "dünyada bir çocuk dahi mutsuz olduğu sürece ilerlemeler ve gelişmeler anlamsızdır" dediğinde, durumun bu düzeye geleceğini veya çocukların 100 yıl sonra dahi kitlesel halde mutsuz ve mağdur olacaklarını düşünmüş müydü acaba?

Her birimiz birer baba, anne,öğretmen, antrenör veya bir şekilde büyük insanlar olarak, işimizi yapmaya çalışıyoruz... Ama asıl işimiz çocukların mutsuz ve mağdur olmalarına engel olmaktır.

Bu ülkede şımartılmış çocukların mutsuzluğundan söz etmiyoruz. Onlarınki mutsuzluk değil. Ebeveyn hatası..

Bizim sözünü ettiğimiz şımarmayı öğrenememiş, sevilmeye zaman bulamamış veya kendilerine insan gözüyle bakılmamış çocuklardır...

Böyle çocuklar var mı? Diye düşünmeyelim. Dünya ve bu memleket böyle çocuklar ile dolu...

Tüm bunlar dururken işimiz "üstyapılara oyuncu yetiştirmek" gibi görünse de, bizim ulvi anlamda asıl işimiz ve problematiğimiz bu değildir....

Bizin insani ve mesleki anlamda toplumsal sorumluluğumuz ve işimiz çocukları mutlu etmek için daha fazla çocuğa ulaşmaktır... Dahası mümkün olduğunca mutsuzluk koşulları ile mücadele etmektir...

Dokunmak

Çocuklara dokunun...

Çocuklara dokunmak demek, fiili bir dokunma değildir....

Çocuklara dokunmak demek onların hayatlarını daha anlaşılır, daha güzel, daha mutlu kılacak şekilde onları zenginleştirmek demektir.

Onları yönetmeyiniz... Yönlendirmeyiniz de... Onlara kendilerini yönetebilmeyi öğretiniz. Ve opnlara yönlenebilecekleri seçenekler sununuz.

Bir çocuğa dokunmak demek; onun kendisiyle ilgili birden çok seçeneğin olduğunu hissetmesi demektir. Kendini geliştirebileceği birde çok alan ve konu olabileceğini bilmesi demektir.

Futbol hayat değildir...
Futbol hayatı renklendirmenin, güzelleştirmenin ve yaşamanın sadece bir tanecik araçlarından birisidir.

Futbol hayatı doldurmamalıdır.
Hayatı sadece futbol ile dolduranların, futbolsuz kaldıklarında o hayatın bomboş kalır.

Onun için birincisi futbol okumak, futbol yazmak, futbol düşünmek, futbol üretmek anlamlarında da çocuklara dokunun...

İkincisi futbol dışında da okumak,yazmak, düşünmek, üretmek anlamında da çocuklara dokunun.

Ve çocuklara hayatta başka işler, uğraşlar, gelişim alanları olduğunu gösterin, hissettirin ve mümkünse yaşatın...

Toplumsal hizmet uygulamaları ve sosyal gelişim aktivitelerine katılmalarını sağlayın.

Okulunuzda, kulübünüzde her futbolcu adayı çocuğun mutlaka bir kaç derneğin veya sivil toplum örgütü dediğimiz yararlı işler ile uğraşan ve karşılıksız hizmet üreten bir etkinlikte görev ve rol almasını sağlayınız.

İnanın bu futbollarını da olumlu etkileyecektir. Ama daha önemlisi belki futbolcu olduklarında verimli olacaklarından çok daha fazlasını bir veteriner, bir orman mühendisi, bir itfaiyeci, bir acil yardımcı olduklarında gösterecekler ve daha mutlu olacaklardır.

Futbol biraz da bunun için sadece futbol değildir...

MOTOR NÖRON


(Kavramı ve biyolojisi ile ilgili çok kısa bilgilendirme ve ilişkilendirme) "Motor Nöron" kaslara uzanan ve kasları uyaran bir sinir hücresidir. Adındaki "motor" kasları innerve ettiği (uyardığı) için "hareket" ifadesini taşır. Motor nöronlar olan sinir hücrelerinin gövdeleri motor korteks, beyin sapı ve omurilikte bulunurken aksonları (lif) efektör organları (kas, bez vs.) doğrudan veya dolaylı olarak uyarmak adına merkezi sinir sisteminden uzanır. Yani oldukça uzun bir aksonu vardır. Gövdesi merkezi sinir sistemindeyken lifleri vücudun içerisindeki efektör organlara kadar erişir. İki tip motor nöron vardır. Bunlar üst motor nöronlar ve alt motor nöronlar olarak ikiye ayılır. Üst motor nöronlardan gelen aksonlar omurilikteki internöronlar ve bazen de doğrudan alt motor nöronlar ile sinaps yapar. Alt motor nöronların aksonları, omurilikten efektörlere sinyal taşıyan efferent sinir lifleridir. Tek bir motor nöron birden fazla kas lifini innerve edebilir. Bu innervasyonlar nöromüsküler kavşaklarda gerçekleşir. Bu bilgiyi niçin paylaştık; Özetle çocukları yarışmacı, kazanmacı, rekabetçi yapalım derken travmalardan, çarpışmalardan, darbelerden korumak önemlidir. Bir de çocuklarda asıl odaklanmamız gerek gelişim alanının sanıldığı gibi kaslar ve iskelet sistemi değil, sinir-kas iletimi ve bu iletimin düzeyi olması gereğidir. Futbol esasen bir "vücut karşılaşması" veya bir "beden kapışması" oyunu değildir. Futbol oyunu, bedenin top ile becerisi ile bedenin birden çok biyomotor özelliği kullanabilme yeterliliği oyunudur. Belki son 30 yıldır ülkede "antrenman bilimi"nin gelişmesi ile de paralel olarak, antrenman bilimi konusunda yüzeysel okumalar ve performans beklentisi nedeniyle omuz omuza mücadele, kıran kırana mücadele gibi daha çok kondisyonel özellikler öne çıkaran bir "gelişim metedolojisi" oluştu... Bu ciddi bir süreç bu şekliye devam ettirildiği için de futbol oyunu teknik becerilerin giderek daha azaldığı ama bedensel güç üzerine inşa edilmiş bir oyunun gündeme taşıdı. Bilindiği gibi futbol çok gelişti belki ama eski futbolcuların ağırlıklı olarak top ile ilişkili becerilere dayalı oyuncu özellikler o kadar gelişmede ve artmadı. Bildiğiniz üzere altyapılarımızın en büyük sorunlarından birisi bu eğitim anlayışı ile ilgilidir. Dahası altyapılarımızdan yetiştirdiğimiz oyuncularımızın da en büyük eksiklerinden birisi oyun ve maç tekniği ve taktik beceriler konusundaki becerilerin olması gerektiği düzeye ulaşmamış olmasıdır. Motor Nöron meselesini paylaşma nedenlerimizden birisi de, futbolda ve özellikle çocukların gelişimlerinde odaklanılan birincil konu kaslar, dolayısıyla güç, sürat ve dayanıklılık olmaktadır. Oysa her işin ve her becerinin başı sağlıklı bir sinir sistemi ve onları da yöneten sağlıklı bir endokrin (hormonal) sistemdir... Bunların gelişimi için ise sevgi, saygı, dinlenme, beslenme ve futbol açısından ise bol uyaranlı etkinlikler yanı sıra bol oranda "algı-motor" gelişimi destekleyen futbol etkinlikler olmalıdır. Özellikle 12 yaşına değin ve yoğun olarak...

ÇOCUKLARDA DAVRANIŞLARIN MÜKEMMELLİĞİ Mİ, YOKSA DAVRANIŞIN AMACA YÖNELİK OLMASI MI ÖNCELİKLİ OLMALIDIR?

Çocuklar top oynarken birbirlerine benzemeye çalışmamalıdırlar. En iyi oynayan veya yapan bir çocuğu diğerlerine örnek göstermek demek, her çocuğun öykünerek veya taklit ederek gelişmeye çalışması demektir. Öykünmek ve taklit etmek geliştirebilir. Ama olması gereken gerçek gelişimden uzaklaştırabilir. Eğitimde ve özellikle psiko-motor gelişim eğitiminde davranışlar tek veya biricik değildir. Yani doğru hareket bir tane değildir. Önemli olan bir davranışın veya hareketin "amaca yönelik" olup olmaması vardır. Eğer çocuklar topu amaca yönelik tutuyor, kontrol ediyor, yönetiyor, atıyor, vuruyor ise bir müddet sonra o davranışı daha iyi ve daha doğru yapmayı öğreneceklerdir. Eğitimde doğru davranışa değil, amacı doğru olan davranışa odaklanmalıyız. Amaca doğru olan davranış zamanla ve gerektiği sürede mükemmele doğru gelişecektir. Çünkü çocuk amaca yönelik hareketi zamanla daha çabuk, daha güzel, daha ekonomik yapmak zorunda olduğunu anlayacaktır. Anladığı an her şey yeniden programlanacaktır. Hareketlerin mükemmele doğru gelişmesi, hareketin gerekliliğini anlamakla mümkündür. Anlamak işin sihirli koşulu ve yönüdür. Anlamak izin çocuklara zaman vermeliyiz... Unutmayalım ki; bebekler önce paytak paytak yürür. Sonra yürüme şekillenmeye ve daha koordinatif olmaya başlar. Burada asıl mesele ve gözden kaçırılmaması gereken konu; bebeklerin yürüme hareketini bir yerden başka bir yere ulaşmak için yapıyor olmalarıdır. Yani amaçlı davranışı gerçekleştiriyor olmalarıdır. Asıl iş budur; "AMAÇLI DAVRANIŞ"... İşte bu süreçte çocuğun daha mükemmel yürümesi ile ilgili değil, yürümesinin amaçlı olup olmamasına odaklanmak gerekir. Zamanı geldiğinde yani olgunlaşma dediğimiz yeterli düzeye gelme durumu gerçekleştiğinde çocuk bir yerde başka bir yere daha çabuk yürümeye başlayacaktır. Yürümenin hareket niteliğinin daha da gelişmesinin özü beyinde ilgili merkezdeki nöronlarındaha fazla aktivitasyonu ile ilgilidir. Tüm bunlarda elde edeceğimiz sonuç şu olmalıdır; Çocuklar futbol temel eğitimi ve gelişim eğitimi süreçlerinde futbol ile ilgili tün davranışları psikomotor davranış mükemmelliği düzeyinde yapmaya değil, amaçlı yapmaya yönlendirlmelidirler. Amaca yönelik tüm davranışlar giderek mükemmelleşir. Ama önce davranışları mükemmelleştirme çabası amaçlı davranışlara yönelmeyi gerektiği düzeyde sağlamayabilir.

İLK VE ORTAOKUL ÇOCUKLARININ DAVRANIŞLARINA İLİŞKİN

İlkokul öğrencileri genelde ön plana çıkmaya bayılırlar. Övgü, sevgi, takdir ihtiyacı tavan yapmış durumdadır. Doğal olan durum da budur. Bu bağlamda özellikle 12 yaşına değin çocuklar giderek azalan şekilde genelde bu davranış biçimini sergilerler. 10 yaşlarına kadar gereken ilgiyi ve övgüyü sınırı ve düzeyi aşmayacak, çocuğu şımartmayacak şekilde ve asla yapay olmayacak biçimde göstermek gerekir. Ama ortaokul öğrencilerine gelince iş biraz değişmeye başlar. Onlar akranları önünde daha çekingen bir tavır içine girerler. Gereğinden fazla övgü onları utandırmaya başlar. Özellikle eleştiri ve rencide edici davranışlar ise onları çok üzer ve olumsuz etkiler. 12-13 ve 14 yaşlarındaki çocukları rencide etmemekte çok yarar vardır. Altyapı eğitimlerinde söz konusu bu kişilik özelliklerini ve gelişim psikolojisini dikkate almakta çok yarar vardır. Bu koşullara uygun sosyal davranış biçimleri muhtemeldir ki, onların psiko-motor gelişim düzeylerini de olumlu etkileyecektir. Beceri üzerinde değil ama ilgi, istek ve sorumluluk duygularını arttırıcı olacağı için bu durum da elbette ilerleyen yakın süreçlerde beceri gelişime yansıyacaktır.

13 Nis 2020

Hareket Çeşitliliği ve Çocuklar

Çocukluk dönemleri, özellikle 3 yaştan başlayarak 10 yaşların başına kadar çocukların en tipik davranışlarından birisi de, en becerikli olduğu ve en iyi gerçekleştirebildiği davranış konusunda ısrarlı olmalarıdır.

Diğer bir ifadeyle çocuklar temel hareket becerileri ve özelleşmiş hareket becerileri süreçlerinde en çok tekrar ettikleri hareketleri beceriyle yaparlar ve beceriyle yaptıkları hareketlerden kolay kolay vazgeçmezler.

Bu durumu iki açıdan ele almak olasıdır;.

1. İşin olumlu yönü, söz konusu hareket ilerleyen süreçte sportif performansta işine yarayacak denli gelişecek ve rahatlıkla kullanılacak bir performans hareketi niteliği kazanabilecektir.

2. İşin olumsuz olabilecek yönü ise, çocuklar bir işi yaparken, o işi hangi hareket ile en iyi gerçekleştiriyorlar ise o hareketi sürekli kullanmaya devam ederler. Oyunlar için de aynı şey geçerli olabilir. Çocuklar bir oyunu oynarken, oyunu en iyi gerçekleştirebildikleri bir veya bir kaç beceriyle oynamaya yönelebilirler. Bu bir açıdan çocuğun kendisi iyi hissetmesine ve bu nedenle duygusal açıdan olumlu bir gelişime neden olabilirken, diğer açıdan hareket çeşitliliği ihtiyacı duymamaya neden olabilecektir. Bunun doğal sonucu ise ilerleyen yaşlarda "yaratıcı oyun" ve "oyunda yaratıcılık" gelişimine olabilecek olumsuz etkilerdir.

Lakin hemen işi kestirip atmama açısından 10-12 yaş sürecini görmeden acele karar vermemek gerekir.

Ama aynı durum bu yaş aralığındaki etkinlik ve oyunlarda da söz konusu oluyorsa, endişe etmemiz gereken bir durum söz konusu demektir.

Unutmamız gereken şey şu olmalıdır; Çocuklar 8 yaşına kadar "temel hareket becerileri çeşitliliği" açısından, 9 yaşların sonuna kadar "özelleşmiş hareket becerileri çeşitliliği" açısından oldukça gelişmiş durumda olmalıdırlar. Bu gelişim onların seçecekleri ve seçmiş oldukları sportif branşlarına özgü beceri çeşitliliği ve düzeyi açısından belirleyici olacaktır.

Çocuklar sürekli kazanarak mı gelişirler?

Çocuklarımızdan sürekli kazanmalarını isteyerek, onları "yıldız" veya "en önde" olmalarını sağlamanın peşinde olmamamız gerekir.

Çünkü;

Birincisi, sürekli kazanan olmasını istediğimiz çocukların da kazanmak peşindeyken daha az mutlu olduklarını unutmamak gerekir. Kazanma koşulu veya kazanma yönergesi oyunun tüm eğlencesini ve zevkini baskılayabilir.

İkincisi, çocukların çoğu zaman kazanma peşinde değil, farklı şeyler peşinde olduklarını anlamak ve bilmek durumundayız.

Üçüncüsü, "sürekli kazanan" olmak, sanıldığı gibi bir kişiyi ideal anlamda geliştirmez. Sadece kazanan olmak gelişmiş olmak demek değildir. Gelişmişlik bir bütündür ve hayata ilişkin her şeyi algılayabilmek, anlayabilmek ve düşünebilmeyi becerebilmek demektir.

Çocuklarda kazanan olma sevdası, isteği ve güdülenmesi çoğu zaman sosyal öğrenme ile gerçekleşen ve dayatılan bir şeydir. Oysa çocuklar gelişim doğaları gereği çok fazla yarışmacı değillerdir. Rekabetçi ortamlar, dayatmalar ve kültür olmasa birbirlerine üstünlük sağlamanın peşinde olmazlar.

Aslında günümüz hayat koşullarında "kazanan olma" adına empoze edilen, dayatılan bazı yaklaşımlar yarar sağlıyor ve çocukları gerçek hayata hazırlıyor görünse bile, bir çok çocuk bu yüzden gerçek potansiyellerinin dahi farkına varmadan yarışı terk ediyorlar.

Çünkü yarış denen şey, o an için güçlü olanın veya avantajlı olanan kazandığı bir şeydir.

Dahası pekçok yetenekli çocuk dahi, kazanma ve başarılı olma baskısı yüzünden özelliklerini rahatça kullanma, sergileme ve geliştirmekten kaçınmaktadır. Stres özellikle motor davranışları tutabilmekte ve rahat hareket etmeyi engelleyici etki yaratmaktadır.

Buraya kadar yazdıklarımız ile elbette çocuklarımızı başıboş ve kendi hallerinde bırakalım demek istemedik.
Ama onların da birer kişilik sahibi olmalarını istiyorsak yapmamız gereken şey düzenli çalışmalarını, ilkelere ve kurallara uymalarını sağlamak, gelişmeleri için sistemli olmayı öğretmek ama asla kendilerinden başkası gibi davranmalarını istememektir.

Yıldız futbolcu, en iyi sporcu, kazanan oyuncu olmak diye bir şey yoktur. Bunlar için sağlanan imkanlar ve eğitim programları vardır. Özellikli olanlar yıldız olur. Kazanan olur, en iyi olur. Bu çevresel etkenler ile genetik etkenlerin birleşmesi koşullarının mükemmelliği ile ilgilidir.

Herkesin yıldız, en iyi ve kazanan olması hem insanların var olan potansiyelleri gereği, yani işin doğasına terstir...

Doğru olan her kişinin olabileceği düzeyde en iyi olmaya çalışmak ve asıl olarak da sağlayabileceği katkıyı ve verimi sağlamak olmalıdır.

Eğitim, tüm alan eğitimleri için temel felsefesi bu temel üzerine inşa edilmesi gereken bir gelişim sürecidir.

9 Nis 2020

En İyi Olmak mı? İyi Olmak mı?

Yüksek motivasyonla “başarı” odaklı yetiştirilen çocukların başarısızlık halinde depresyona girebileceklerine dikkat çeken uzmanlar "Kendisiyle savaşan değil, barışık çocuklar yetiştirmeliyiz" diyor!

Bu futbol için de böyle...
Diğer alanlar için de böyle...

1. Dışsal motivasyon sanıldığı kadar iyi, sağlıklı doğru bir etki olmayabilir. Çünkü dışsal motivasyonlar, kişinin kendi karar mekanizmalarını bozucu etki yaratabilir.

2. Başarı denilen şey illa ki "en iyi" olmak demek değildir.
Verimlilik de bir başarıdır. Verimlilik artışı da bir başarıdır.
Gelişim göstermek ise zaten ideal olan ve olması gereken bir bir başarıdır.

Çocuklarda "en iyi", bir başkasına göre en iyi olmak şeklinde değil, kendinin en iyisi olmaya dayalı bir algılama olmalıdır.

3. Hayat "en iyi olmak" olmak için harcanacak veya umut edilecek bir süreç değildir. En iyi olursun veya olamazsın... Mesele en iyi değil, iyi olmaya çabalamak, çalışmak ve gereğini yapmaktır. Hayatı olabildiğimiz kadar iyi olmak için yaşamayı öğrendiğimizde daha mutlu ve hatta başarılı olmak çok daha mümkündür. En iyi olmak hayatın bir amacı olamaz.. Olmamalıdır...

4. Hayatı güzel kılmanın yollarından birisi de, kendinin farkında olmaktır. Çok şey ile ilgilenmek ve kendini olabilecek en iyi hale getirmektir. Ve iyi olduğun bir alanda yaşamını sürdürebilmeyi becerebilmektir.

5. Hayata ilişkin sihirli kelime "yararlı olmak"tır.
Yararlı olmak hayatı anlamlı kılmaktır.
Kendine, ailene, çevrene ve ülkene yararlı birey olmak...

"En iyi olmak" değil, kendinin en iyisi olmaya çalışmak öğretilerin en değerlisidir.

6 Nis 2020

Taktik Düşünceler ve Gelişim

Futbol Oyunu "oyun stratejisi" yani taktik düşünce ve uygulama bağlamında çok hızlı değil ama sürekli değişiyor.

Bu değişim elbette ileriye doğru. İleriye doğru olduğu için de bu bir gelişim.

Değişimler ileriye ve geriye doğru olabilir. Geriye doğru olan değişimler gelişim olarak nitelendirilmez.

Bu kavramsal girişten sonra futbol oyununa ilişkin "oyun stratejilerinin" değişimlerinin bir gelişim olduğunun tek bir göstergesi vardır; Kazanmak.

Eğer yeni bir oyun stratejisi kurmuş, bulmuş ve bunu uygulama alanında kullanarak başarılı olmuşsanız bu bir ilerlemedir ve dolayısıyla gelişimdir.

Futbol tarihi oyun stratejisi anlamında çok fazla ileriye yönelik değişime yani gelişime tanık olmamıştır.
Yanlış anlaşılmasın, yüzlerce yıllık bir oyundan söz ediyoruz. Elbette bir çok oyun stratejisi oluşturuldu, uygulandı ve başarı getirdi. Dolayısıyla futbolun ilerleyerek gelişimi sağlandı.

Lakin karıştırılan şey şu;
Bir oyunda oyun stratejileri üzerinde bazı değişiklikler yapmak o oyunu farklılaştırmaya çalışmak anlamın gelir ve bu bir değişim anlamına gelmez.

Ama işte bu tür küçük dokunuşlar birikerek, bambaşka bir oyun stratejisinin doğmasına ve futbol oyunun gelişerek ilerlemesine neden olur.

Özetle antrenörler, özellikle de düşünen, yazan, araştıran ve değişiklik peşinde koşan teknik adamlar futbol oyununun gelişerek ilerlemesine veya ilerleyerek gelişmesine katkı sunarlar.

Günümüzün en popüler iki teknik adamı olan Kloop ve Guardiola bu anlamda oyun stratejisi için arayış, biriktirme işini yapan teknik adamlardır.

Kim bilir belki bir gün, onların dokunduğu, sürekli farklılaştırdığı, katkı sağlayıp biriktirerek sürekli devinim içine soktukları futbol oyunu, ya yine onlar tarafından veya başka bir teknik adam tarafından "yeni bir oyun stratejisi"ne ulaştırılacaktır.

Sanki öyle ki, bir Valeriy Lobanovskıy veya bir Rinus Michels örneğinde olduğu gibi yeni bir futbol oyun stratejisi aşamasına geldiğimize dair ciddi emareler var. İki yılın M. City'si, daha farklılaşan biçimiyle son iki yılın Liverpool'u bu anlamda ciddi göstergelerdir.

FUTBOL GELİŞİMİ İÇİN ÖNCELİKLİ İŞ

TÜRKİYE FUTBOLUNUN GELECEĞİ İÇİN TÜRKİYE FUTBOL FEDERASYONUNUN ÖNCELİKLİ İŞLERİNDEN BİRİSİ NE OLMALIDIR?

Formal eğitimi kulüplerin sırtına yükleyerek, akademi ligleri kurulmasını sağlayarak, kulüplerin çoğunun da bu işi göstermelik olarak yaparak futbolun geleceği güvence altına alınmış olamaz.

Öncelikle genel çocuk nüfusumuza oranla futbol oynayan çocuk nüfusu oranını arttırmalıdır. Bunun için informal eğitim dediğimiz "kendi kendine öğrenme" koşullarını ve olanakları yaratmalıdır.

Çok büyük paraları gereksiz ve amaçsız yerlere harcama konusunda oldukça cömert olan TFF, Belediyeler ile işbirliği yaparak tüm Türkiye'de yüzlerce futbol alanlarının hizmete girmesini sağlamalıdır.

Bu basit ve gerçekleştirilebilir bir projedir. Özellikle kentler arta kalan boş arsaları ve alanları satın alma yoluna giderek buraları her saat girilebilir, ulaşılabilir futbol oyun alanlarına dönüştürmelidir.

İkincisi formal futbol altyapı eğitimi için bazı spor/futbol kulüplerini pilot kulüp seçerek onlar ile işbirliğine gitmeli ve onlara ciddi finansman sağlayarak, onlardan süreç ve ürün bağlamında geri dönütler sağlamaya yönelik anlaşmalar yapmalıdır.

Bazı kulüpleri işe koşarak 3, 5 ve 10 yıllık "futbolda kalkınma projelerini" hayata geçirmelidir.

Örneğin Almanya'nın bir önceki dünya kupasındaki, son Avrupa kupasındaki ve 2014 dünya kupasındaki durumu iki temel yapısal politikanın ürünüdür.
Birincisi çocukların her zaman ve her yerde futbol oynayabilecekleri sahalar ve alanların yaratılmış olması, ikincisi Alman Futbol Federasyonunun kulüpler ile ikili anlaşma yaparak altyapı projelerinin hayata geçirilmiş olmasını sağlayarak başarmıştır.

İçsel Motivasyon

İçsel motivasyonu baltalamanın en hızlı yolu, ebeveyn kontrolünü artırmaktır.

Araştırmalara göre içsel motivasyonu artırmanın en iyi yolu, özerkliği ve yetkiyi ve onu takiben bir insanın kendi başına “iyi iş” çıkarmasını teşvik etmektir.

Çocuklarımızı o kadar çok kontrol ediyor, onlara o kadar çok yönerge veriyoruz ki, çocukların kendilerinin düşünmelerine ve ne yapacaklarına karar vermelerine ihtiyaç kalmıyor.

Evde anne ve babalar, okulda öğretmenler, spor alanalarında ve altyapılarda ise antrenörler, çocukların kendi kendilerine doğruyu bulmak için çabalama ihtiyaçlarına imkan tanımıyor.

Çocuklar kendilerinden istenilen dışında bir şey yapma veya yapabilme imkanı ve fırsatı bulamıyorlar.

Bunun adı eğitim olamaz. Ya da böyle bir eğitim anlaışı çocukların kendi içsel motivasyonlarınıengelleyici bir sonuç üretir.

Çocuklar kendilerinden istenilenilenlerin yerine getirilmesi dışında ve gereken şeylerin ne olduğunun önceden dikte edildiği bir becerinin dışında başka bir şeyler ortaya koyma eğilim ve davranşından uzaklaştıkça yaratıcı eğilimleri giderek azalır. İçsel motivasyon düşer. Bu da sıradanlaşmaya ve farklı özellik potansiyellerinin körleşmesine neden olur.

Eğitim, belli ilkeler ve kurallar dahilinde, çocukların kendilerine ve başkalarına zarar vermeden, farklı davranışlar gerçekleştirerek ve deneyimleyerek gelişimlerini sağlama işidir.

Unutulmaması gereken şey şudur;
Bizler çocukları geliştirmeyiz. Onların kendilerini geliştirmelerine imkan ve fırsat hazırlarız. Çünkü gelişim, dışsal etkiyle insanın kendisiyle ilgili olumlu biyoloik bir değişim durumu demektir.

Stres, Çocuklar ve Gelişim

"Çocuklar, hiçbir hayal kırıklığı ve stresle karşılaşmazlar ise, güçlü olmayı öğrenemezler".. şeklinde bazı ifadeler okusak da, bilimsel açıdan doğru olan şu olsa gerektir;

Evet ama çocuklar benlik algılarını bozacak düzeyde, kişilik yapılarını darmadağın edecek seviyede hayal kırıklıkları ve stres yaşamamalıdır.

Çocukları geliştiren şey başa çıkabilecekleri düzeyde hayal kırıklığı ve stres yaşamalarıdır.

Öyle ki, çabaladıklarında üstesinden gelebilecekleri her iş, her ödev, her sorumluluk çocuğu geliştirir.

Tam tersi ise çocuğun kendisini yetersiz ve başarısız algılamasına neden olur.

Bu spor eğitimi için de aynen bu şekilde işler.
Dolayısıyla küçük yaşlarda ve özellikle 12 yaşına kadar çocuklarımızdan üstesinden gelemeyecekleri beceriler ve taktik formasyonlar ile bezenmiş görevler istememek gerekir.

Çünkü 12 yaşına kadar olan süre yaratıcılığın çeşitli deneyimler ile geliştiği ve yapabile/başarabilme duygusunun en üst düzeyde geliştiği yaşlardır.

Gelişim psikolojisi açısından bir çocuğun hiçbir hayal kırıklığı ve hiçbir stres yaşamamış olması elbette sorundur. Ama üstesinden gelemeyeceği kadar ağır stresler ve hayal kırıklıkları daha büyük sorundur.

Buradaki anahtar cümle; Çocuklara üstesinden gelebilecekleri görevler, altından kalkabilecekleri sorumluluklar ve başarabilecekleri ödevler verilmelidir.

Yaş düzeyine uygun olmayan her şey çocukları engeller, durdurur ve engeller.

Yaratıcılık Konusu

Bir çocuğu yaratıcı oyuncu olması için programlayamayız. Veya çocuklar doğuştan yaratıcı yetenekleri ile doğmazlar.

Tıpkı doğuştan yetenekli olunmadığı gibi... (Doğuştan bazı yetilere ve bazı özelliklere sahip olarak doğulur, Ama yetenek de, yaratıcılık da deneyimleyerek elde edilen kazanılmış farklılıklardır)

Konuya dönersek;
Yaratıcı oyunculuk çocukların bir etkinliği yaparken veya bir oyu oynarken farklı şeyler yapmayı denemesi ile başlar ve denediği şeyin iyi ve yararlı olduğunu gördüğünde yine farklı şeyler düşünmesi ve uygulamaya çalışması ile devam eder.

Aynı şeyleri, aynı şekilde ve istendiği gibi uğraştırılan çocuklar belki beceri sahibi olabilirler. Ama yaratıcı oyuncu olamazlar. Çünkü yaratıcılık aynı amaca farklı yollar deneyerek ulaşma uğraşı ile gelişir.

Bunun için yapılması gereken elbette çocukların başıboş bırakılması demek değildir.
Kuralsız olmaları ve kurallara uymamaları demek de değildir.
Bencil olmaları hiç değildir.

Bunun için yapılması gereken sadece çocukların kendilerine ve arkadaşlarına haksızlık yapmadan kendi tutkularının, düşüncelerinin ve deneyimlerinin peşinden gitmeleri için rahat bırakmaktır.

Takım olmak demek verilen görevin dışına çıkmamak demek değildir. Takım olmak kendi özelliklerini, başkalarının emeklerini boşa çıkarmayacak şekilde sergilemeye engel değildir.

Eğitmenler olarak yaratıcı oyuncu gelişiminin kendiliğinden olan bir gelişim olmadığını bilmek ve buna göre eğitici yaklaşımlarımızı ve davranışlarımızı sorgulama durumundayız.

Çocuklardan aynı işleri, aynı şekilde ve aynı düzeyde istendiğinde, çocuklar kendilerine özgü bazı özellikleri kullanma eğiliminden kaçınırlar. Böylece kendi özelliklerinin farkına varabilmelerine de ket vurulmuş olur.

Çocuklar bir işi birden fazla şekilde gerçekleştirebilmeyi öğrenmelidirler. Çünkü bir işi gerçekleştirebilme şekli ne kadar çok ise o kadar düşünce ve o kadar davranış üretimi söz konusu demektir.

Beceri gelişimi bir işi aynı şekilde mükemmel yapmak olduğu kadar, bir işi farklı şekillerde ve farklı yollar ile yapabilmeyi becerebilmek demektir.

BECERİ YAŞI

ÇOCUKLARDAN ÜST YAŞ GRUBU ÖZELLİKLERİNE ve BECERİLERİNE SAHİP OLMALARI BEKLENTİSİ SAĞLIKLI VE DOĞRU BİR BEKLENTİ DEĞİLDİR...

Altyapı yaş gruplarındaki çocukların bir üst veya iki üst yaş grubu çocuklarının çoğu özelliklerine sahip olmaları ilk etapta çok cazip ve çok etkileyici gelebilir. Ama gelişim psikolojisi açısından bu bir problem de olabilir.

Çünkü 8 yaşında bir çocuğun 9 yaşında bir çocuğun özelliklerine sahip olması değil ama 10 veya 11 yaşındaki çocuğun özelliklerine sahip olması normal bir durum değildir.
Eğer böylesi bir durum doğal ve kendiliğinden bir durumsa bu elbette kayda değerdir ve olumludur.

Ama zorlama, ağır ve kapsamlı çalışmalar ile olması gerekenden çok önce bir üst yaşın gelişim özelliklerinin kazandırılması asla sağlıklı değildir. Sağlıklı olmadığı gibi uzun ve kalıcı bir özellik kazanımı da değildir. Üstelik "erken uzmanlaşma" diye tabir edilen bu tür erken gelişim özellikleri ve davranışları çoğu zaman erken tükenmeyi, erken bıkkınlığı ve biyolojik ve psikolojik olarak bazı arızaları da beraberinde getirmektedir.

8-9 yaşlarındaki çocukların kendi aralarında, 10,11 yaşların kendi aralarında, 13-14 yaşların kendi aralarında benzer üst ve alt özelliklere sahip olması anlaşılır bir şeydir. 12 yaşı 11 ile de 13 ile de ilişkilendirebiliriz.

Ama 2 ve 3 yaş büyüklerin özelliklerini bir çocuktan istemek veya istemek için onu çalışmalara tabi tutmak katliama denk düşen yanlış eğitim yaklaşımlarıdır.

1. Kuvvet açısından,
2. Dayanıklılık açısından bu tür beklenti ve zorlamalar yanlış uygulamalardan öte sağlık sorununa neden olma niteliği taşır.
3. Sürat açısından ise görece daha az sorun oluşturur.
4. Teknik beceri açıdan doğal haliyle olabiliyor olmasında hiç bir sakınca yoktur ancak 2 ve 3 yaş büyüklere özgü teknik beceri isteği ve zorlaması sinir-kas koordinasyonunu bilmemek ve çocukta beceriksizlik algısı oluşturma anlamına gelir.
5. Taktik açıdan ise zaten yaş farklılıkları arasında aynı taktiği becerebilmek neredeyse mümkün olamayacak bir durumdur.

Sonuç olarak bir antrenörün şaşkınlıkla ifadesine göre, bir turnuvadaki gözlemlerini aktarırken "9-10 yaşında çocukların 15 yaşındakiler, hatta büyüklere benzer "büyümüş de küçülmüş" gibi hatasız futbol oynadıklarını görünce bunun doğru mu yanlış mı olduğunu bir hayli düşündüm" demesini ancak şöyle açıklayabiliriz.

1. Aynı şeyi yüzlerce kez tekrar ettirirseniz bir şekilde başarırsınız. Çünkü çocuğun başarmaktan başka çaresi yoktur.
2. Ama peki yaratıcı oyun, oyun zenginliği, bireysel farklılık peşinde koşma gibi özelliklerine ket vurur, engellersiniz.
3. Dahası küçücük yaşta büyükler gibi oynayan çocukların büyük olduklarında ne yaptıklarına iyi bakmak lazım. Muhtemelen büyük olduklarında ortalarda olmayacaklardır.
4. Son olarak çocuklar yapabileceklerinin sınırlarını kendileri belirlemelidirler. Ya da eğitimciler çocukların kendi sınırlarını zorlamalarına izin verir ama onları sınırları aşmak için asla zorlamazlar.

Doğallığa her türlü müdahale ilk etapta başarı ve farklılık yaratmak gibi görünse de, uzun vade de yıkım demektir. Böylesi bir anlayıştan ancak özellikleri çok ilerde ve gelişmiş olan birkaç sporcu sağlıklı çıkar.

Gelişmek Vazgeçmek Değil, Hayata Dair Tüm Konul Ve Alanlarda Belli Bir Düzeye Ulaşmaktır.

Gelişmeye açık zihin yapısına ulaşmanın yolu, çocuklara, beyinlerinin de tıpkı kasları gibi sıkı çalışma ve kararlılıkla güçlendirilebileceğini anlatmaktan geçiyor.

Yani, bir öğretmen, bir antrenör ya da ebeveyn, “Herkes matematikte iyi değildir, sen elinden geleni yap” demek yerine “Yeni bir matematik problemini çözmeyi öğrendiğinde beynin de gelişir” demek zorundadır.

Çünkü herkesin çözebileceği bir matematik problemi mutlaka vardır.
Önemli olan herkesin belli düzeyde bir işi yapabilme becerisine ulaşmasını sağlamaktır.

Hepimiz ve çoğu eğitimci uzman uzun zamandan beri moda olacak biçimde aynı şeyleri söylüyor veya yazıyoruz; "Çocuklar kendi özellikleri veya yetenekleri doğrultusundan eğitim almalı ve o alana yönelmeli"...

Bu çok doğru bir önerme ve çok doğru yaklaşım değildir...

Ya da bu önerme ve yaklaşım bir dereceye kadar doğrudur.

Aslında asıl doğru şu olmalıdır; Tüm çocuklar ve tüm insanlar belli seviyeye kadar tüm yaşam alanlarıyla ilgili eğitim almalı, çaba sarfetmeli ve gelişmelidirler. Çünkü hayat ve hayata dair olan şeyler bir tek alandan ibaret değildir.

Herkes belli düzeylerde her şeyi bilmeli ve kendini geliştirmelidir.

Uzmanlaşma ise bilindiği üzere farklı bir şeydir. Uzmanlaşma yetkinleşme demektir. Dolayısıyla uzmanlaşma eğitimleri ve süreçleri insanların özellikleri ve yetenekleri doğrultusunda planlanmalı ve gerçekleştirilmelidir.

Her konuda belli düzeyde gelişmiş ve hayata dair her konuda kendini geliştirmiş kişilerin uzmanlıkları ve asıl meslekleri konusunda becerileri ve verimlilikleri daha yüksek olur.

Özetle her çocuk belli düzeylerde de olsa mutlaka top oynamalı, ip atlamalı, koşmalı, yüzmeli, bisiklete binmeli, kitap okumalı, matematik bilmeli, problem çözmeli, şiir okumalı, öykü yazmalı, şarkı söylemeli....

Hayata dair tüm beceriler, çocukların ilerleyen süreçte uzmanlaşacakları herhangi bir iş, uğraş veya meslekteki başarılarını ve verimliliklerini olumlu etkileyecektir.

Hareket Gelişiminden, Beden Eğitimine, Beden Eğitiminden Spora

HAREKET GELİŞİMİ ve EĞİTİMİ OLMADAN BEDEN EĞİTİMİ ve GELİŞİMİ, BEDEN EĞİTİMİ VE GELİŞİMİ OLMADAN SPOR EĞİTİMİ VE GELİŞİMİ OLMAZ... OLURSA DA EKSİKLİK OLUR...

3 YAŞINDAN 12 YAŞINA DEĞİN YAŞ DÜZEYİNE UYGUN HALE GETİRMEK KOŞULU İLE "HAREKET VE BEDEN EĞİTİMİ GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ" GENEL İÇERİKLERİ

1.
Hareket Eğitim Modeline Göre Hareket ve Beden Eğitimi Etkinlikleri

A) Temel Hareket Becerileri (Yer değiştirme hareketleri, Dengeleme hareketleri,
Nesne kontrolü gerektiren hareketler),

B) Özelleşmiş Hareket Becerileri
(Vücut Yönetimi, Cimnastik, Bireysel ve Eşli Mücadele, Ritmik Hareketler, Oyun)

C) Sportif Hareket Becerilerine göre düzenlenen etkinlikler.

2.
Uyaranlara Göre Beden Eğitimi Etkinlikleri
İşitsel, görsel ve dokunsal uyaranların önemli ve öncelikli olduğu hareket ve beden eğitimi etkinlikleri.

3.
Materyallere (Araçta ve Araçla) Göre Düzenlenen Hareket ve Beden Eğitimi Öğretim Etkinlikleri

Çeşitli ebat ve ağırlıkta toplara, iplere, cimnastik sopasına, plastik çembere, tırmanma merdivenine, mindere, asılma ve sallanma aracına, denge aletine, balona vb. materyallerden yararlanmanın ve kullanımının önemli ve öncelikli olduğu beden eğitimi etkinlikleri.

4.
Ritmik Hareketlere Göre Hareket ve Beden Eğitimi Etkinlikleri.

5.
Senkronize Hareketlere Göre Hareket ve Beden Eğitimi Etkinlikleri.

6.
Hayvan Taklitlerine Göre Hareket ve Beden Eğitimi Etkinlikleri.
Kanguru sıçraması, Kurbağa sıçraması, Yengeç yürüyüşü, Ayı Yürüyüşü, Tavşan sıçraması, Leylek duruşu, Fil yürüyüşü, Penguen Yürüyüşü v.b hayvan taklitlerine göre düzenlenen etkinlikler.

7.
Algı-Motor Gelişim Özelliklerine Göre Hareket ve Beden Eğitimi Etkinlikleri

A)Mekan Farkındalığına Göre: Uzunlamasına, Yanlamasına, Altında, Üstünde, Köşesinde,

B) Hız Farkındalığına Göre: Hızlı, Çok Hızlı, Yavaş, Çok Yavaş,

C) Yön Farkındalığına Göre: …e, a doğru, düz, Değişik Yönlere,

D) Zamana Farkındalığına Göre: kısa sürede, çok kısa sürede v. b.

E) Yan Farkındalığına Göre: …nin, nın yanına, yakınına, yanında, Sağında,Solunda,

F) Mesafeye Göre: Uzak, Uzağa, Kısa, Çok Kısa v. b.

G) Beden Farkındalığına Göre: Baş, Gövde, El, Ayak, Bacaklar, Kollar v.b temalar aracılığı ile; hareket ederken uzuv kullanmaya bağlı farkına varma, hissetme, ayırt etme özelliklerini geliştirmeyi gerektiren etkinlikler.

TEŞEKKÜR ETMEK VE TEŞEKKÜRÜN PEDAGOJİSİ

Dünyanı en güzel davranışlarından birisi de "teşekkür etmek" olsa gerektir.

Teşekkür edilen ve teşekkür eden arasında bir ayrım yapmanın anlamı ve gereği yok.

Teşekkür edilen kişiler genelde teşekkür ederler. Teşekkür edenler de haliyle teşekkür edilmeyi beklerler. Çünkü işin doğal olanı budur.

Teşekkür etmekle başlar çok şey.
Çünkü teşekkür edilen olmak, teşekkür eden olmanın başlangıcı ve tetikleyicisidir.

Peki, nedir bu teşekkür etmek;
“Yapılan bir iyiliğe karşı duyulan gönül borcunu ve hoşnutluğu sözle ya da davranışla anlatmak” olarak tanımlanan teşekkür etme davranışı görüldüğü üzere, takdir etmeyi, önemsemeyi, değer vermeyi ve o davranışa ilişkin bir geribildirim vermeyi de içermektedir.
Sonuç olarak teşekkür etmek uygar ve eğitsel yönü güçlü güçlü bir davranıştır. Geliştirici, motive edici ve yaşam sevincini arttırıcı hormonal düzenleyici etki yaratır.

Yine her zaman olduğu gibi, bir eğitim sayfası sorumluluğu gereği bir durumun altını çizerek bitirelim.
Kelimeler, cümleler, kavramlar ve davranışlar yerinde ve zamanında kullanıldığı zaman işlevsel ve yararlıdır.
Teşekkür etmek de aynı şekilde. Yukarıdaki tanımda “yapılan bir iyiliğe” ifadesine dikkatinizi çekmek isteriz. İşte tam bu nokta “teşekkür etmek fiilini” anlamlı veya anlamsız kılmaktadır.

Örneğin altyapı çalışmalarında bir çocuğa zamanında geldi diye veya bir öğrenciye ödevini yaptı diye teşekkür edilmez. Edilmemelidir. Çünkü kendisi için yapılan şeylere ve kendisinin iyiliği için yapılan davranışlara teşekkür edilmez. Edilirse çocuklar bunu kendileri için yapmalar gerektiğinin farkına varmazlar.

Teşekkür davranışı kişilerin kendileri için değil, görevleri de olsa kendileri dışında birileri veya bir şey için gerçekleşen bir davranışa karşı hoşnutluk göstergesidir.
Çocuğa sebze yemeği yediği için teşekkür edilmez. Edilirse o sebze yemeğini teşekkür eden için yemeye başlar veya yemez.

Çocuğa bir şeylerini paylaştığı için teşekkür edilir. Çünkü paylaşma davranışı bir başkasını ilgilendiren bir davranıştır.
Spor ve futbol adına yapması gerekenleri yapan çocuk ve gençlere teşekkür yerine gerektiğinde övgü/takdir yansıtmaları yapılabilir. Ama teşekkür edilmemelidir. Ama aynı çocuk, takım arkadaşı için bir iş yapıyor ve görevi olmadığı halde bir iyilik davranışı sergiliyorsa bu teşekkür etmeyi gerektirebilir.
Çünkü teşekkür, bir kişiyi iyiliğe doğrudan yöneltir.

Bu açıdan teşekkür etmeyi veya etme koşulları yaratmayı ve gözlemlemeyi ihmal etmeyelim. Teşekkür etme fırsatlarını asla kaçırmayalım.

24 Oca 2020

MİMARİDE MEKAN ALGISINDA YERLEŞİMİN ÖNEMİ VE FUTBOL EĞİTİMİ İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ




Mimaride "Mekan algısında yerleşimin önemi" çok önemli bir konudur...

Aslında "mekan algısında yerleşimin önemi" konusu hayatımızın her alanında işte, evde, sokakta bilincinde olarak veya olmayarak, belli düzeylerde yaşamımızı ve dolayısıyla bizi etkileyen bir durumdur.

Mimaride bir mekanın algısını değiştiren ve belirleyen şey o mekanda eşyaların komunlandırılmasıyla ilgilidir.

Konuya spor ve spor eğitimi açısından bakıldığında ise, spor mekanlarının algısını ve spor alanlarının kullanımını belirleyen şeyin spor araçlarının ve eşyalarının o alandaki yerleşimidir. Bunu zaten biliyoruz. Yani spor alanları veya salonlardaki sabit ve mobil araç gereçlerin yerleşimi o alanın kullanımını etkiler.
Zira aracın kendisi de bir mekandır. Bu da en çok artistik cimnastik ile ilgili bir eğitim meselesidir. Daha çok "araç ile ve araçta hareketler" başlığı altında incelenir.

Ama daha başka bir konu daha vardır;
Spor eğitimi açısından, özellikle takım sporları ve özelde futbol ve futbol eğitimi açısından "mekan algısında yerleşimin önemi" konusu çok ama çok daha farklı bir öneme sahiptir. Bunu yeterince biliyor olsak da farkında olarak yeterince kullanmıyor olabiliriz.

Mekan algısı neydi? Kabaca tanımlarsak, kişinin kendisini bulunduğu nokta itibariyle o alanda boylamsal, enlemsel olarak konumlandırmasıydı. Sınırlandırılmış bir alanda nerede olduğunun sürekli farkında olunmasıydı.

Peki önemli midir?
Hem de çok önemlidir.
Çünkü oyun anında, alanın neresinde olduğunun farkında olmak, oyun için ne yapması ve nasıl yapmasını belirleyen en önemli etkenlerden birisidir. Dahası zaman, yan, yön ve mesafe algılarının da inşa sürecini oluşturan bir algıdır.
Ne zaman gelişir? Okulöncesi ve ilkokul dönemleri en yoğun gelişim gösterdiği dönemlerdir. Ama bu gelişim erinlik ve ergenliğe kadar devam eder.

Mimaride mekan algısını oluşturan şey eşyaların yerleşimi iken, futbolda mekan algısını oluşturan şey oyuncuların yerleşimidir.

Elbette oyuncular bir eşya değildir. Ama unutmayın kütlesi / hacmi olan her şey aynı zamanda bir nesnedir.

Mekan algısında, yani mekanın geniş, uzun, yüksek, kenar, köşe olarak olarak algılanması kadar, kişinin kendisini o mekanda nerede olduğunu algılaması demek, ne yapacağını belirleyeceği için, bir futbol oyuncusunun;

a) Sahanın geniş, dar, boş, dolu olduğunun farkındalığı ile,
b) Sahada nerede olduğunun farkındalığını birleştirip buna göre hareket ettiğinde mükemmel davranış sergileme ihtimali artacaktır. Geriye motor beceri kısmı (teknik) kalacaktır.

Tekniği çok iyi ama doğru ve yerinde davranışlar sergileyememe oyuncuların sorunu ve eksiği çoğu zaman budur.

Gelelim sonuca.. Yani işin eğitim pratiği kısmına.
Yani mekan algısında yerleşim önemliyse ne yapmalı?

1. Çocuklar sınırlandırılmış alanlarda oyun oynamalılar.

2. Çocuklar sürekli değişen sınırlandırılmış alanda oyun oynamayı öğrenmeliler.

3. Çocuklar sadece kare değil, dikdörtgen, üçgen, çokgen ve yamuk geometrik alanlarda oyun oynamalılar.

4. Çocuklar aynı alanda az kişi ile başlayıp, giderek çoğalan kişiyle oyun oynadıkları gibi, çok kişiyle başlayıp giderek azalan kişiyle planlanmış oyunlar oynamalılar.

5. Alanda konumlanışlar sürekli değişmeli. Yani bir çocuk sürekli aynı noktada kalmamalı.

6. Alanda her farklı konumlanış, o alanın gerekli kıldığı davranışı sergilemeyi sağlamalı.

7. Alanları dikine (doğrusal) kullanma tamamen alanın gerektirdiği bir davranıştır. Antrenör bunun farkında olmalı.

8. Futbol oyununun aslında bir alanda oynanan dolayısıyla bir alan oyunu olduğu, bunun için de işin sadece bireysel teknik meselesi olmadığı unutulmamalı. Alan kullanımı denilen şey, alana göre oynayabilme düşüncesi ve becerisi olduğu unutulmamalı.

Bütün oyunlar aynı zamanda alana göre ve alanın imkanlarına göre şekillenir. Bir oyunu muhteşem şekilde oynamak demek o alanda gerekeni yapmak koşuluna bağlıdır.

Bugün dünyanın en iyi oyuncularına bakınız, hepsinin oynadıkları alanın gerektirdiği davranışları en iyi yapanlar olduğunu görürsünüz.

Konumlanış, mekan algısında önemlidir.
Ama futbolda sahasında konumlanış, sadece sahanın algılanışını değil, konumlanan kişinin başka bir konuma geçmesi gerektiğini belirleyen şeydir.

Oyunların oynanışını belirleyen ve sonucunu değiştiren asıl faktör sanıldığı gibi topun değil, oyuncuların mekandaki konumlarının sürekli farklılaşmasıdır.

OYUN ALANLARININ YAPISI VE UYARAN İLİŞKİSİ

Oyun alanlarındaki, kazaya sebep olma olasılığı olan nesnelerin kaldırılmasına yönelik eğilim, diğer bir açıdan bakıldığında çocukların sab...