22 Kas 2020

Prof. Dr. Michio Kaku'nun söyledikleri

Prof. Dr. Michio Kaku dünyanın en zeki insanı olarak tanınıyor. Çocuklara teknolojiyi öğretmek gerektiğini söyleyen Kaku, çocuklarda internet yasaklarına karşı. Bir de 10 yaşa dikkat çekiyor. Yazdığı kitapları satış rekorları kıran “dünyanın en zeki insanlarından biri” olarak tanımlanan fizikçi ve fütürist Prof. Dr. Michio Kaku Türk Eğitim Derneği’nin (TED) “Türkiye’nin Geleceğine İnanıyoruz: Geleceği Okuyoruz” başlığıyla düzenlenen IV. Uluslararası Eğitim Forumu’ndaki konuşmacılardan biriydi. Kaku’ya göre birçok mesleği gelecekte robotlar yapacak ama öğretmenlerin elinden işini alamayacaklar... İşte Kaku’nun başta eğitim olmak üzere gelecekle ilgili anlattıkları… Hepimiz aslında doğuştan bilim insanıyız, “Neden” diye sorarız. Çocukların geleceği 10 yaşında başlıyor. Bu yaşta anne babanın dışında başka hayatları keşfediyor, merak başlıyor. Ama süreç 16 yaşında duruyor, bilimsel merak bitiyor. Birinci neden akran baskısı... Neden şu olmuyorsun? Neden star olmuyorsun? diyebiliyorlar. İkinci neden ezbere dayalı eğitimde bilimin sıkıcı gelmesi. 10-16 yaş arasında çocuklara ilham vermek, rol model bulmak, bilimsel merakını öldürmemek ve heyecanlandırmak gerekiyor ki bu ilgi tüm yaşamı boyunca sürsün. ... ... Bizim de özellikle futbol eğitimi ve gelişimi alanında yıllardır söylediğimiz ve yazdığımız şeyler ile sayın Prof. Kaku'nun söyledikleri neredeyse birebir örtüşüyor. Şöyle ki; Çocuklar 10 yaşına kadar eğlensinler... Gereksiz ve can sıkıcı şekilde yönlendirmelerden uzak tutulsunlar. Futbolcu, basketbolcu, bili,m insanı, zanaatkar olup olunmayacağı konusunda kesin kararlar verilmesin. Hele hele bir spor dalında ve özellikle futbolda savunmacı veya hücumcu olacağına ilişkin etiketlenmesin, şartlandırılmasın ve yönlendirmelere tabi tutulmasın. 10-12 yaş süreci is,e çocuklar için herhangi bir alana yönelik olarak özelleşmiş hareket ve davranış becerilerinin sıçrama yaptığı, nitel ve nicel olarak her türlü beceride genişleme ve çoğalmanın yaşandığı yıllardır... Özgür bırakılmalıdırlar... Özgür bırakılmalıdırlar ki; çok şey, çok pozisyon, çok değişken durum ve çok farklı koşullar yaşasınlar ve deneyimlesinler ki; gelişsinler... (Buradaki özgürlük yanlış anlaşılmamalıdır. Eğitsel özgürlükten söz ediyoruz). 13-16 yaş süreci ise alan ile ilgili alana iyice yoğunlaşılan, uzmanlaşılan süreçtir. Performans değil ama alan ilişkin gereklerin ve özelliklerinin en ince ayrıntısına kadar algılandığı ve içselleştirildiği süreçtir.. Futbol eğitimine işte buralardan yürümek ve buralardan pratikler çıkarmak zorundayız.. Aslında durum çok açık... Bize düşen sadece basma kalıp yaklaşımları terk etmek...

"ÇOCUK DOSTU KENT"

Meriç Kırmızı - OMÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi "Bu kavram yanılmıyorsam, kökeni 1990 tarihli BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne dayanan bir girişimdir ve UNICEF’e göre, bunun uygulamadaki karşılığı “…içerisinde çocukların seslerinin, gereksinimlerinin, önceliklerinin ve haklarının kamu politikalarının, programlarının ve kararlarının bütünleşik bir parçası olduğu bir kent, kasaba ya da topluluk”tur (1). UNICEF’e göre, bu kentler çocukların sömürü, şiddet, taciz ve ayrımcılıktan korunduğu, güvenli ve yeşil bir ortamda kaliteli eğitim, sağlık, vb. toplumsal hizmetlere erişip, arkadaşlarıyla oynayabildikleri, toplumsallaşabildikleri ve düşüncelerini söyleyip, kendilerini etkileyen kararları etkileyebildikleri yerlerdir. Ek olarak, UNICEF’e göre bu yerlerin oluşturulmasından hükümetler başta olmak üzere çeşitli aktörler sorumludur. Bu genel bilgilerden yola çıkarak, çocuk dostu kent kavramının bana öncelikle çocuğa kentin gözünden, yani boyundan bakmayı çağrıştırdığını söyleyebilirim. Bununla ilgili, içinde Türkiye’den katılımcıların da olduğu Kent95 (Urban95 Challenge) adıyla 95cm boyundaki bir çocuğun kentle ilişkisine gönderme yapan bir proje de yapılmış. Toplu taşıma araçlarında ayakta kalan çocukların boyları nedeniyle tutunabileceği yer azlığı, kamuya açık tuvaletler gibi ortak kullanım alanlarındaki kent mobilyalarının çoğunlukla yalnızca yetişkinlere göre düzenlenmesi gibi konular hep dikkatimi çekmiştir. Elbette bunu düşünen ülke kentleri de olmuştur. Örneğin, beş yıl yaşadığım Japonya’da her metro istasyonunda bulabileceğiniz tuvaletlerde (bunun sokaktayken sık tuvalete gitmesi gereken insanlar için büyük bir rahatlık sağladığını söyleyebilirim) bebekli anneler için her zaman bir kabin ayrılır ve o kabinlerde anneler işlerini görürken çocuklarını oturtabilecekleri duvara monte oturaklar bulunur. Çocukların boyuna göre lavabolara da rastlayabilirsiniz. Yine, Japon kentlerinde mahalle içlerindeki kaldırım kenarlarında çocuk boyunda ve biçimindeki görsel panolar motorlu araç sürücülerine yola her an çocukların fırlayabileceğini anımsatır. Çocukların arkadaşlarını evlerinden toplaya toplaya kuyruk olarak her gün yürüyerek aştıkları okul yollarında mahallede yaşayan emekli yaşlılar gönüllü gözetmenlik eder ve başıboş çocukların tehlikelerden korunması sağlarlar. Özetle, çocuk birimleri bulunan mahalle dernekleri, çocuklara derslerin yanında yemek yapmasını, temizliği küçük yaşlardan başlayarak uygulamalı olarak öğreten ilkokullar gibi bütün toplumsal örgütlenme çocuğu kentsel yaşamın bir parçası yapmaya yöneliktir, onu olabildiğince kentten soyutlamaya ya da çocuk için ayrı kentsel mekânlar tasarlamaya değil. Çocuk dostu kent kavramıyla ilgili bir uyarım işte bu olabilir: Çocuğa özel bir kent kurmak değil, var olan kenti çocuklar için de yaşanabilir kılmak gerekir. Şu an çevremizde daha çok bunun tersi, yani çocuğu kısa bir süre için de olsa, ailesinin başından alıp, oyalayıcı, böylece çocuğu değil, aileyi rahat ettirici ticari girişimler ağırlık kazanmaktadır, AVM’lerdeki çocuk oyun alanları gibi. Bu çocuklara yönelik her türden ticari girişimin olumsuz olduğu anlamına gelmiyor. Yine Japonya’dan bir örnek olarak, anne kahveleri küçük çocuklu annelerin çocuklarının ağlaması ya da gürültüsü nedeniyle başkalarını rahatsız etmekten çekinmeden, çocukların oynamasına uygun tasarlanmış, örneğin, masa ve sandalye yerine yerde oturma düzeni olan ortamlarda başka annelerle tanışıp, sosyalleşmesini ve böylece, bütün gün evde bunalmamasını sağlayan başarılı bir ticari girişimdi. Özel anaokullarının birçoğu da her gün aynı canlı renkten şapkalar giyinmiş küçük çocukları süpermarket arabalarını andıran büyük çekçeklerde yakındaki bir parka götürüp, çocukların açık havada oynamalarına özen gösteriyorlar. Yani Japon kentlerinde çocuklar kesinlikle sokaktan arınık değiller. Son günlerde yaz dönemini fırsat bilip, okuduğum, Jane Jacobs’un Büyük Amerikan Kentlerinin Ölümü ve Yaşamı (2015, Metis, Bülent Doğan Çev.) kitabından aklımda yer eden önemli ve aykırı düşüncelerden biri sokakların ve kaldırımların çocuklar için sanıldığı gibi tehlikeli yerler olmadığıydı. Jacobs’a göre, tam tersine yetişkinlerin gözetmenliğinden uzak kalan, geniş parklar ve özel oyun alanları çocuklar için daha çok tehlike barındırıyordu. Bunun için, Jacobs kent içindeki konutların önünde aynı anda çeşitli kullanımlara yer açacak genişlikte kaldırımlar yapılmasını öneriyordu. Jacobs’unki bunun gibi birçok kalıplaşmış planlama düşüncesini yerle bir eden, cingöz bir kitap… Çocuk dostu kent denilince ilgili yazında da yaygın olarak, çok sayıda oyun parkı ve bahçesi olan yerler hemen akla geldiği için Jacobs’un aykırı düşüncesine dikkatinizi çekmek istedim. Çocuk dostu kenti düşünürken de yaygın klişeler yerine, Jacobs’un eleştirel aklını benimsemek daha iyi sonuçlar yaratabilir". Çocuk dostu kent kavramıyla ilgili şu özet yapılabilir; Kentin içinde, bir yerlerde çocuğa özel yerler oluşturmak değildir önemli, değerli ve asıl olması gereken. Asıl olması gereken ve asıl önemli ve değerli olan şey; Çocukların yaşadıkları kentleri çocuklar için de yaşanabilir kılmaktır... PEKİ,"ÇOCUK DOSTU KENT" İFADESİNDEN SONRA "ÇOCUK DOSTU FUTBOL" NE ANLAMA GELİR? Çocuk dostu futbol tıpkı çocuk dostu kentlerin çocukların güvenli, rahat, mutlu, sağlıklı ve gelişim sağlayabilmelerine olanak veren kentler haline getirilmesinde olduğu gibi, Çocukların futbola değil, futbolun çocuklara göre uyarlanması demektir. Futbolun çocuklar için güvenli, sağlıklı,eğlenceli, rahat ve gelişim sağlayabilme olanağı sağlayan hale getirilmesi demek "çocuk dostu futbol" demektir.

Düzeltme

“Bir çiçek açmadığında, yetiştiği çevreyi düzeltirsin, çiçeği değil” der Alexander Den Heijer... Şimdi alınız bu düşünceyi çocuğa ve eğitime yönelik ilişkilendiriniz. İlişkilendirmede görmemiz gereken şey şu olmalıdır; Bu ülkenin en büyük sorunlarından birisi, "düzeltme" hastalığıdır... Örneğin çoğu zaman "çocukları düzeltmek" peşindeyizdir. Oysa genel olarak sorun çocuklarda değil, düzeltme peşinde olan büyüklerdedir. Dolayısıyla da eğitimde ve eğitimcilerdedir. Çocuk gelişmiyor ise, gelişmiyor olmanın nedeni niçin sadece çocuklar olsun? Niçin çocuk "gelişmiyor olmanın" esas öznesi ve gerekçesi oluyor? Oysa daha kolayı ve daha basiti eğitimi ve eğitimcileri sorgulamak ve gerekirse değiştirmek ve/veya geliştirmek değil midir? Eğer bir toplumda var olan eğitim sistemi, o eğitimi alan insanları barışçıl, sağlıklı, yaratıcı, sevecen, üretken ve çalışkan kılmıyorsa sorun insanlarda değil, eğitim ve eğitim ile ilgili diğer faktörlerdedir.

Oyun tarihi de böyle oluşur

TOPA SAHİP OLMAK MI? DİKİNE OYUN MU? Hayatta hiç bir şey ilk kez başlatılmaz. Yine ve yeniden başlatılır. Çünkü her şey bir öncekinin üzerine inşa edilir. Bir öncekinden yararlanılır. Önceki doğrulardan olduğu kadar yanlışlardan ve eksiklerden de faydalanılır. Hayat böyle devam eder. Futbol oyununa ilişkin söylemek gerekirse bugün dahi en ilkel oyun diye tanımlanan yüzyıl öncesinin futbol oyununu bir şekilde oynamaya devam ediyoruz. Gelişim denen şey hem sarmal, hem ardışık, hem yaratıcı, hem farklı değişimler sonucu bir bütün olarak devam eder. Son zamanlarda sözde futbolun geldiği aşama olarak şöyle bir ifade var: "futbolda artık topa sahip olmanın bir öneminin kalmadığı, mümkün olduğunca çabuk ve dikine bir şekilde hücum edilmesinin gerektiği" yazılıp çizilmekte... Bundan önceki 5, 10 yıl önce de topa sahip gereği üzerine methiyeler düzülüyordu... Dahası 30, 40, 50 yıl önce futbol zaten sadece dikine oynanan bir oyundu. Yeni bir arayış veya bir işin değişimlere uğraması veya uğratılması yoktan var etmek demek değildir. Yeni dediğimiz eskiyi tamamen silme ve yok etme anlamına gelmez. Yeni olan eskinin seçeneği olabilir, farklılaştırılmış devamı, çeşitlendirmesi olabilir. Buna da gelişim ve geliştirme diyoruz. Sözde dikine oynamanın günümüz futbolunun gereği olduğunu söyleyenlere gelince, dikine ve çabuk oynamak her zaman önemli olmuştur. Ama bu topa sahip olmayı düşünmemek, kaptığımız her topu rakip kaleye doğru oynamak gereği anlamına gelmez.. Futbol artık bir strateji oyunudur. Sadece kendinize göre değil, sadece rakibe göre de değil, hem kendinize ve hem de rakibe göre oynamak gereği her zaman değişmeyecek bir gerçektir. Dikine oynamak için de topa ihtiyaç vardır. Topa sahip olmayı istemenin nedeni da rakip kaleye gol atmaktır. Dolayısıyla oyun hepsini sarmal ve ardışık olarak içeririr. Duruma göre birisi bazen daha önem kazanır. Formal Futbol oyunu topu ayakla yöneterek gol atma ve gol yememe üzerine inşa edilmiş, kalecilerin de olduğu 11 er kişiyle oynanan bir oyundur... Dolayısıyla bu hiç değişmeyecektir. Bu değişmediği sürece yapılacak her değişiklik bu temel üzerine inşa edilecektir. Oyunun değişime uğrayarak gelişmesi gol yememe üzerine arayışlar ile gol atma üzerine arayışlar toplamının sahaya yansıması şeklinde gerçekleşecektir.. Bunu bir öncekini silip atarak değil, değiştirerek ama mutlaka geliştirerek yapabilirsiniz. Özetle bundan sonra oyuna ilişkin yapılacak her değişim topa sahip olmayı da, dikine oynamayı da, hızlı oyunu da içermek zorundadır. Tarih böyle oluşur. Oyun tarihi de böyle oluşur...

Yaratıcı eğitim

Çocukları yaratıcı oyun oynamaları için programlayamayız. Ama yaratıcı oyuncu olmaları için eğitim ortamlarını ve oyun ortamlarını düzenleyebilir, eğitimlerini programlayabiliriz... Çocukların yaratıcı oyun oynayabilmelerini sağlamak için, onlardan sadece bizim istediğimiz şeyleri ve istediğimiz şekilde yapmalarını isteyerek bu mümkün değildir... Çocuklar, eğitimlerinin en az yarısında ve mümkünse tamamında onlardan istenen görevleri, kendi tutkularının peşinden koşarak yapmalarına ve inisiyatif kullanmalarına fırsat vererek ve imkan sağlayarak yaratıcı oyun oynamaya başlayabilirler. Lakin bu şu demek değildir; Çocuklar istedikler gibi, başı boş oynasınlar... Evet bu da gereklidir. Ama yaratıcı oyun planlamasında görevler vardır, yapılması gereken işler vardır, çözülmesi gereken problemler vardır ve aşılması gereken kurallar vardır. Anı zamanda çocuğun bu konularda inisiyatifini kullanma, farklı seçenekleri deneme veya o an için hiç düşünülmeyen bir davranış sergileme uğraşısına girme gibi yaklaşımlar yaratıcı oyun için ön koşullar anlamına gelmelidir. İp uçları, yönlendirmeler ise eğitici antrenörün rolleri arasındadır. Yaratıcı oyunda eğitici antrenörün en etkili kılavuzluğu pozisyonlarda ve o anki durumda en doğru futbol davranışın göstermek ve yapmalarını istemek değildir. Tam tersine her zaman birden fazla seçenek ve davranış olduğunun benimsetilmesinin sağlanmasıdır. Bazen en doğru teknik davranış, o an için en iyi davranış olmayabilir. Çocukların bir davranışa odaklanarak sadece o davranışı beceriye dönüştürmeleri eğitimi sağlıklı olmadığı gibi yaratıcı eğitim davranışı da değildir... Yaratıcı eğitim mantığı sonuca en kolay ve en kısa ulaşma üzerine kurgulanan "en farklı davranışları gerçekleştirme" mantığı üzerine inşa edilir.

BASİT, KOLAY VE AMACA YÖNELİK...

TEMEL EĞİTİM FELSEFESİ: ÇOCUKLAR GERÇEKLEŞTİREBİLDİKLERİNİ ÖĞRENİRLER. BU SADECE PARÇADAN BÜTÜNE DEĞİL, BÜTÜNDEN PARÇAYA DA DEĞİL... AYNI ANDA BERABER İÇ İÇE, SARMAL VE ARDIŞIK OLARAK GERÇEKLEŞİR. Önce basit ve kolay olanı seçer çocuk... Sonra o basit ve kolay olanı tekrar ederek beceriye dönüştürür. Çünkü çocuğun bedensel amam öz ellikle akıl yürütme gücü işe en basit ve en kolay yapabileceği şeylere izin verir. Çocuklara karmaşık şeyler öğretmeye başlayarak onları daha becerili hale getiremeyiz. Tam tersine, bu tür yaklaşımlar onları yetersiz kılar ve yetersizlik algısına neden olur. Basit ve kolay olan giderek hızlı ve çabuk olmaya başlar. İşte bu bir göstergedir. Basit ve kolay olan hızlı, çabuk ve süratli olmaya başlamışsa, başka şeyler öğrenmeye ve gerçekleştirmeye hazır hale gelmiş demektir. Bu bir kaç cümleden şu sonuç çıkmasın diye yazmak durumundayız; "Futbol eğitiminde önce teknik öğretime başlanmalı, pas veya top kontrolü kolay ve basit öğretilmeli, sonra başka becerilere geçilmelidir"... Hayır, asla bunu söylemiyoruz... Her şeyi ama her şeyin önce "basit ve kolay" olanı vardır. Oyun buna dahildir. Oyunun da basit ve en kolay ve yaşlara özgü kurgulanması söz konusudur. Bizim burada söylemeye çalıştığımız şey; Çocukların bebeklikten itibaren 16,17,18 yaşlara değin ulaşabilecekleri tüm bilişsel, motor, duygusal ve sosyal öğrenmeleri basit ve kolay olanı gerçekleştirmek şeklinde başlar. Çünkü yaptığı şey ve yapması gereken şey basit ve kolayca o işi yapmaya elverişlidir. Çünkü yaptığı şeyler onun yapabileceği kadardır. Zorlamak her açıdan zarar verir. Zorlamak ile çabalamak başka şeylerdir. "Basit ve kolay" olması demek, gelişmeyi sağlayan şey demektir. Önemli olan bir becerinin öncelikle "zor ve karmaşık" olması değil, basit ve kolay ama mutlaka amaca yönelik olmasıdır. Özetle; Basit kolay ve amaca yönelik.. Hangi beceriler, davranışlar derseniz; Hepsi... Futbola ilişkin ne varsa... Hepsini basit kolay ve amaca yönelik planlayabilirsiniz.. Unutmayalım ki, hayatımıza dair ne varsa her şey aynı zamanda ve beraberce "bütünden parçaya, parçadan bütüne" şeklinde başlar ve devam eder... Ama yaşa ve gelişim düzeyine uygun şekilde. Not: Dünyanın en gelişmiş ülkelerinin ilkokullarında asa ve asla zorlu matematik soruları ve problemleri yoktur. Ama matematik ile ilgili ve problem ile ilgili her şey vardır. Keza dil gelişim için de öyle... Yama ve anlama için de aynı şekilde... Basit kolay ve amaca yönelik....

KOLEKTİVİZM (=ORTAKLAŞACILIK) BAŞKA, RİNGELMANN ETKİSİ BAŞKA ŞEYLERDİR...

Kolektiflik Ringelman kuramına yol açacak sonuçlar üretebilir... Ama üretmemesi mümkündür.. Bu sayfayı izleyenler bilirler. Kolektif yapıyı, kolektif kültürü ve kolektif yaşam biçimini hep savuna geldik. Çünkü kolektif kültür, "biz" olabilmenin en büyük ön koşuludur. Ama kesinlikle fanatik düzeyde ve bilimsel olmayan bir düşünce ve görüşün savunucusu olamayız. Olmamalıyız... Fanatik düzeyde bir "ortaklaşacılığı" savunmak demek, onun yaratacağı sorunları görmemek veya görememek demektir. Bakınız, kolektivizm veya kolektif kültür, herkesin aynı işi, aynı düzeyde, aynı anda yapması demek değildir. Veya herkesin mutlaka aynı düzeyde, aynı sürede, aynı ritimde ve aynı üretkenlikte çalışması demek de değildir. Ortaklaşa olunacak olan şey, bir işin o işi yapacaklar tarafından sahiplenilmesi, yetileri, yetenekleri, üretkenlikleri, verimlilikleri düzeyinde "adil eşitlik" koşullarına göre yapılmasının benimsenmiş olunmasıdır. Bir futbol takımında veya altyapı kültürü oluşturulma sürecinde kolektiflik "takım" olmanın algısını oluşturma açısından önemlidir. Bir kişinin iyi oynamasının takımın başarılı olmasına yetmeyeceğinin bilinmesidir. Kolektif anlayış asla şu anlama da gelmemelidir. Bir takımda yer alan herkes tek tip özelliğe, tek tip ihtiyaca, tek tip oyuna, tek tip davranışa sahip olmalıdır. Elbette kolektivizm böyle bir şey değil. Kolektivizm herkesin rolünü gerektiği şekilde oynadığı, sorumluluklarını üstlendiği, her kişinin görevinin diğerinin görevini yapmasına veya yapmamasına neden olacağını bilinci, ahlakı ve duygusudur. Ringelmann teorisine gelince, Bir ekipte kişi sayısı arttıkça, kişi kendisinin görünmediğini düşünüp daha az çaba harcar ve bu yüzden verimlilik düşer. "Ringelmann Etkisi" olarak adlandırılan bu durum sizin de farkına vardığınız üzere herkesin aynı işi, aynı anda ve aynı şekilde yapmasına dayalı bir takım oyunu için geçerlidir. Örneğin ip çekme yarışı veya çamura batmış bir arabayı itme davranışlarında takımı oluşturan herkesin aynı gayreti göstermeme ihtimali oldukça yüksektir. Çünkü kimin ne kadar güç sarfettiğini, daha doğrusu kimin gücünü yeterince zorlayıp zorlamadığını anlamak hiç de kolay değildir. Özetle, ekip ve takım çalışmalarında, oyunlarında kolektivizm son derece önemlidir. Ringelmann teorisi ile karıştırılmamalıdır. Herkesin işini olabilecek en iyi şekilde yapmaya çalışması takımın başarılı olmasını sağlayacak temel unsurdur. Özellikle son 10-20 yılda futbolda bireysel başarı ve bireysel performans analizi ve fetişizmi çok daha fazla öne çıktı. Bunda endüstriyel futbol, transfer, para, şöhret ve popüler kültür gibi etkenlerin rolü büyük... Ama başarılı olan takımlara iyi baktığımızda her ne kadar iyi futbolculardan kurulu olsalar da, takım oyunu ve takım oyununa dayalı kolektif oyun düzenlerini, sistemlerini iyi uygulayan takımların önde olduğunu anlamak için çok bilgili olmaya gerek yok.. Yıldızlar maç kazandırır. Takımlar ise şampiyonluğu kazandırır. Takım oyunu herkesin bireysel özelliklerini de işe koştuğu ama bütünsel olarak birbirini tamamlayan oyunculardan ve bu oyuncuları verimli kılacak oyun düzenlerinin ve uygulamalarının sahaya aktarılmasıyla ilgilidir.

ANTRENÖRLÜK VE TEKNİK DİREKTÖRLÜK "OYUN ANTRENÖRLÜĞÜ" VE "OYUN TEKNİK DİREKTÖRLÜĞÜ"

HANGİ TAKIM OYUNU İLE İLGİLİ OLURSA OLSUN, ANTRENÖRLÜK VE TEKNİK DİREKTÖRLÜK "OYUN ANTRENÖRLÜĞÜ" VE "OYUN TEKNİK DİREKTÖRLÜĞÜ" ZEMİNİ ÜZERİNE İNŞA EDİLMELİDİR. Farklı görüşleri, hatta karşıt görüş ve düşünceleri dinlemek, okumak geliştirir... Aynı konuda okumak ve dinlemek o konuda ilerlemenizi sağlayabilir... Ama bir eşik düzeyden sonra geliştirmez... Örneğin bir antrenörün aynı oyun sistemi ve ilgili oyun dizilişi konusunda derinlemesine, detaylı ve ısrarlı çalışması onu o sistem ve oyun dizilişi konusunda yetkinleştirir. Bunun bir eşik düzeyi vardır. Ondan sonrası artık geliştirmez. Ama aynı oyun sistemi ve dizilişi konusunda farklı görüş ve düşüncelere açık olması, ona söz konusu sistem ve saha dizilişleri konusunda yeni ufuklar, seçenekler ve yaratıcı davranış imkanları sağlar... Özetle geliştirir. Hele hele farkı sistem ve sistemlere ilişkin onlarca saha dizilişi konusunda görüş ve düşüncelere açık olması ise hem kuramsal hem de antrenman uygulamaları konusunda gerçek bir gelişim fırsatı sağlar.. Doğruda ısrar elbette önemlidir. Ama tek doğruda ısrar bazen gelişime engeldir. Futbol bir oyundur ve oyunlarda tek bir doğru yoktur. Doğru sürekli değişir. Dolayısıyla aynı taktikte ısrar, o taktiği çok iyi bilmeyi ve uygulatmayı sağlayabilir lakin gelişimi bir süre sonra kısıtlar ve engeller. Oyunlar sürekli gelişmektedir. Yani oyunlar iç yapısına özgü sürekli değişime açıktır. Bazen doğru uyguladığınız taktik yetersiz kalabilmektedir. Onun içindir ki, oyun antrenörler birden fazla görüşe ve düşünceye açık olmak, karşıtları ve çelişkilerin sürekli değişimine ayak uydurmak için "stratejik" olmayı öğrenmek ve becermek zorunda olan kişilerdir. Her taktiğin bir karşı taktiği vardır. Her hamlenin onu durduracak veya zaafa uğratacak başka bir hamle ile karşılanması gerekir. Antrenörlüğün ( özellikle teknik direktörlüğün) mesleki anlamda işi, görevi, yeterliliği ve becerisi budur... Oyun antrenörlüğü veya teknik adamlığı demek bir oyunu bir şekilde çok iyi oynatan kişi demek değildir. Sanırız Türkiye Futbolunun teknik adamlar açısından en büyük sorunu ve eksiği "oyun antrenörlüğü"konusundaki çok seçenekli, çok varyasyonlu ve "kontra-oyun" yeterliliğinin olması gerektiği düzeyde olamayışıdır.

Teknik Direktörlük İşi

"Teknik Direktörlük" olarak adlandırılan iş, esasında tamamen "Taktik Direktörlük" işidir. Taktiğin dışında her şey diğer ilgili teknik kadronun ve uzmanların işidir. Bir teknik direktör, asıl işi olan "taktik direktörlük" konusunda (hazırlık evresi, müsabaka evresi taktik hazırlık, taktik antrenman ve farklı taktik stratejiler planlama ve uygulatabilme) ne kadar yetersiz ise diğer işlere daha fazla meyletmeye başlar. Örneğin atletik kondisyon işleri, idari işler, halkla ilişkiler, kişisel işler gibi.) Takımları başarısız olan veya olması gerektiği düzeyde başarılı olamayan teknik direktörler iyi analiz ettiğimizde, 1. Üstüne vazife olmayan işler ile daha fazla ilgilendikleri, 2. Taktik uygulama antrenmanlarında verimli olmadıklarını, 3. Transfere ve bazı özel oyunculara bel bağladıkları, 4. Gerekçe ve mazeret üretmeye eğilimli davranışlar sergiledikleri görülür. Sonuç olarak teknik direktörlükteki "teknik" ne futbol tekniği ile ilgili bir ifadedir. Ne de diğer işler ile ilgili bir ifadedir. Tamamen "oyun" ile ilgilidir. Oyun bilmek,oyun çözmek, oyun üretmek, oyun okumak,karşıt oyun geliştirmek gibi... Yani işin stratejisi ile ilgilidir. İş oyun olduğuna göre işin stratejisi "oyun stratejisi" ile ilgilidir. O halde teknik direktörlerin işi tamamen oyun direktörlüğü, oyun taktiği ile ilgilidir. Ve sonuç olarak bir teknik direktör esasen taktik direktördür. Oyun taktikleri direktörüdür. Oyun direktörüdür. Mesleki liyakatı da, becerisi de tamamen oyun kurguları ve karşıt oyun stratejileri yeterliliği üzerine olmalıdır.

PAS

PAS EĞİTİMİ ÜZERİNE 1 Kontrol-Pas çalışması futbol temel eğitiminde en fazla ve en sık kullanılan uygulamalardan birisi olsa gerektir... O kadar ki, çocuklar pas vermekten bıkar hale gelebilirler. Oysa pası oyun için gerekli kılan ve güzel kılan pas veren değil, pası alandır. Futbol temel eğitiminde pas alma, pas alma davranışları ve pas almak için alanda farklı yön ve açı değiştirmeler üzerinde durulmalıdır. Çünkü oyunu değiştiren, oyunu akışını belirleyen sanıldığı gibi pas veren değil, pası alanın nerede olduğudur. Onun içindir ki, futbol temel eğitiminde pas verme kadar, pas almaya da odaklanmak zorundayız. PAS EĞİTİMİ ÜZERİNE 2 Pas, ideal anlamda baskı altında olan oyuncunun topu takım arkadaşına vermesi davranışı değildir. O bir zorunluluktur. Pas, ideal anlamda iki kişinin top alış verişi de değildir. O işin en kolay ve çoğu zaman gerekli olmayan ısındırma ve ısınma davranışlarıdır. Pas esas olarak oyun akışını değiştirmek, oyunu kurgulamak için, oyun yönünü değiştirmek, oyun hızını ve ritmini oluşturmak üzere pas alma eylemine geçen kişilere topun zamanında en iyi şekilde aktarılması/gönderilmesidir. Bizim temel eğitim uygulamaları pas çalışmaları ya baskı altındayken veya hiç gereği yokken durağan ve boşta pas çalışmaları ile doludur. Pasın anlamını pası veren oluşturmaz. Pası alanın hareketliliği, yönü, açısı ve o anki doğru konumlanmış olması oluşturur. Pasın amaca uygun olmasını sağlayan, pası veren gibi görünse de, asıl olarak pası alandır. Pası veren elbette önemlidir. O önemli değerli kılacak pası alanın, pası alma hareketliliği, yönü, açısı ve konumlanışıdır. Futbol, top ayağında olanların oynadığı ama topu alacak olanlar ile devam eden ve sonuçlanan bir oyundur.

TÜRKİYE FUTBOLUNUN SORUNU; KARAKTERİSTİK BİR OYUN İNŞASININ OLMAMASI

ÇÖZÜM; "OYUNA İNŞASINA ODAKLI BİR BİR GELİŞİM SÜRECİ". Türkiye on yıllardır, giderek artan bir düzeyde tamamen oyuncuya yönelmiş, oyuncu odaklı bir futbol anlayışı ve kültürü ile hareket eden bir ülkedir. Bu uygulama olarak çok yanlış bir uygulama olmasa da, futbol stratejisi olarak çok yanlış bir yaklaşımdır. Oyuncuya yönelik, oyuncu odaklı bir futbol ülkesi olmak demek, sadece transfer yaparak başarılı olunacağı düşüncesi ve anlayışı demektir. Çok daha kötüsü ise şudur; Oyuncuya yönelik bir futbol inşa etmek demek,kendi futbolunuzu ve kendi oyununuzu asla inşa edememek demektir. Yani, Ülkeler ve toplumlar oyuna yönelik ve oyuna odaklı bir futbol inşa etmek zorundadırlar. Bir oyun anlayışı, kültürü ve uygulaması demek, bir futbolunuzun olduğu anlamına gelir. Bir oyununuz varsa, eninde sonunda oyuncularınız da olacaktır. Ama oyuncularınız size bir oyun inşa etmez. Oyunlarını oynarlar, belki şampiyon da olurlar. Ama bir oyun inşa edemezler. Türkiye futbolu ile Türk Futbolu arasındaki ilişki veya çelişki işte burada yatmaktadır. Önce oyun gelir. Oyununuz varsa çok şeyiniz var demektir. Bir oyununuz olmadan, oyuncularınızın olması demek, sadece bir pazar ülkesi olmak demektir.

Çift Ayaklı Oyuncu

SOL AYAKLI FUTBOLCU ARAYIŞI YERİNE, HER İKİ AYAĞINI KULLANAN FUTBOLCU (VÜCUDUN SAĞ VE SOL BÖLÜMLERİNİ AYNI DÜZEYDE KULLANABİLME BECERİSİ) ÜZERİNE.... İnsanlar doğumlarından itibaren bedenlerinin sağ veya sol yanlarını kullanma yetisi ile doğarlar. Bu yeti hiç bir zaman kaybolmaz. Ama giderek körelir. Körelme nedeni, bir tarafı daha az kullanma veya kullanmama ile ilgilidir. Bu tamamen nörolojinin alanıdır ve beynin hareket/motor davranışlardan sorumlu bölümündeki sinir bağlantıları ve iletim örüntüsüyle ilgilidir. Ama birinci paragraf özellikle spor ve futbol eğitim için ve eğitimin planlanması adına çok önemlidir. Çünkü motor davranış gerektiren her işte bedenin tamamının işlevsel ve çok yönlü kullanılması kolaylık, üretkenlik dolayısıyla da yapılan işe özgü üstünlük sağlar. İnsanlar doğal hallerine bırakıldığında doğuştan gelen sinir kurgusu nedeniyle bir taraflarını daha becerikli kullanırlar. Ama insanlar doğuştan itibaren her iki bedenlerinin iki tarafını da aynı süre, aynı tekrar, aynı zaman, aynı sıklık, aynı şiddet ve aynı yoğunluklarda kullandıkları sürece, aynı kullanım becerisi düzeyine ulaşırlar. İnsanlar bedenlerinin her iki bölümünü de, yani her iki ellerini ve ayaklarını da kullanma yetisi ile doğuyorlar ise, bu her iki elin de ve her iki ayağın da aynı düzeyde beceriyle kullanılabileceğini gösterir. Çünkü yeti varsa, özelliğe evrilecek altyapı da var demektir. Yetiler özelliğe ve özellikler de yeteneğe ancak kullanılarak evrilir ve gelişirler. Bunun için uyaran ve uyarana tepki olarak motor davranış gerekir. Yani bebeklikten itibaren çocuklar her iki ellerini ve ayaklarını aynı düzeyde ve amaçlı olarak kullanmaya yönelirler ve yönlendirilirlerse ilgili beden bölümlerinde var olan yeti (sinir kas bağlantıları ve reseptörler) aktive olur, aktive olan sinir hücreleri diğerini uyararak daha çok sinir hücresinin aktive olmasına yol açar. Bu da sonuçta vücudun tüm bölümlerinin aynı özelliği kazanmasına ve haliyle yetilerin yeteneğe evrilerek beceri üretecek denli gelişmesine neden olur. 3 yaşlarından itibaren dikkat edilmesi gereken bir konudur. Çocukların 2 yaşlarına kadar sağlak veya solak oldukları pek anlaşılmaz. Çünkü bedenlerinin bölümlerini neredeyse aynı düzeyde ilkel olarak kullanırlar. Bu konuda hiç bir şey yapmamak, çocuğun doğuştan getirdiği yetilerin tek yönlü kullanılmasına bağlı bir sonuç olarak genelde sağlak veya solak olmaları ile sonuçlanır. Sağlaklığın neden daha çok, solaklığın neden daha az olduğunun birinci nedini nörolojik ise,ikinci ve asıl nedeni çevresel, kültürel ve yoğun kullanım ile ilgilidir. Elleri olmayan insanların ve özellikte çocuk yaştan itibaren bu durumda olanların ayaklarını el gibi beceriyle kullanabildiklerini biliyoruz. Bu da bize gösteriyor ki, çocukluktan itibaren her iki eli ve ayağı aynı düzeyde kullanmayı gerektiren tüm etkinlikler, oyunlar, uygulamalar sporcularda solaklık ve sağlaklık meselesinin çözümüdür. Yasaklamalar ve zorunlu tutmalar sorunu çözmez. Kullanım ortamları, kullanım koşulları, kullanım ihtiyaçları yaratmak ve bu şekilde her iki ayağın ve elin kullanımını sağlamak tüm spor dalları için, cerrahlık için ve kompleks makine ve teçhizat kullanımları için bir gerekliliktir.

HER İKİ AYAĞI KULLANMA

Sol el kullanma yasağı veya sol eli kullanmama kültürü ve geleneği haliyle sol ayak kullanmama sonucunu doğurur. Çünkü sol el, sol ayak ile sağ eli sağ ayak eşgüdümlü ve sinirsel olarak bağlantılı çalışır. Bu konuda, yani sol eli kullanmamanın sol ayağı kullanmama sonucuna etkisi %100 oranında olmasa da ciddi oranlarda etkiler. Bilindiği üzere genelde solaklar sol el sol ayaklarını kullanırlar. Sağlaklar ise sağ el, sağ ayaklarını kullanırlar. Çok az oranda olsa da sol el sağ ayak, sağ el sol ayak kullananlar da vardır. Sağlakların yüzdesi, solakların yüzdesine oranla çok daha fazladır. Bu ilgili sinir sistemi organizasyonu yanında çevresel/eğitimsel etkilerin de bir sonucudur. Bilmemiz gereken şudur; Çaprazlama bir örüntüyle oluşan beyin, sinir yolları ve kas bağlantıları insanın onbinlerce yıldır değişim ve oryantasyonu ile ilgilidir bizi çok fazla ilgilendirmez. Bizi eğiticiler ve antrenörler olarak ilgilendiren şudur; Sol el, sol ayak, sağ el, sağ ayak kullanımı için yeteri düzeyde beyin ve sinir iletisi altyapısı vardır ve bunlar küçük yaşlardan itibaren aktive edilirse, uzuvların çift yönlü kullanılabilmesi aynı düzeyde ve kalitede mümkün olabilmektedir. Örneğin, bir piyanistin her iki eli de piyanoyu çalarken aynı beceriyle gerçekleştirebilecek düzeyde gelişmiştir. Futbolda, voleybolda ve tüm spor dallarında okul öncesi eğitimde olması gereken ve 7 yaşa kadar devam eden süreçte oyun ve hareket etkinliklerinde, nesne kontrolü ve kullanımı ile ilgili hareket becerilerinde çift el ve çift ayak kullanımları, ileride spor branşları temel eğitiminde bunun devam ettirilmesi demek her iki elini ve ayağını kullanan sporcular sonucunu üretecektir.

ÖĞRETİMDE NASILA MI? NİÇİNE Mİ ÖNCELİK VERELİM?

Öğretimde;Nasıl yapılması gerektiği öğretimi mi? Yoksa, Niçin yapılması gerektiği öğretimi mi önceliklidir? Bu sorunun yanıtına "öğretim odaklı ve merkezli" bakarsanız vereceğimiz cevap farklılıklar gösterebilir. Ama öğrenen odaklı ve öğrenme merkezli açıdan bakarsak vereceğimiz cevap açıktır. Elbette bir öğrenen için bir işin nasıl yapması gerektiğinden önce niçin yapması gerektiği çok önemlidir. Örneğin, topun hızlı veya uzağa gitmesi için topa vuruş şeklinin öğretimi önemlidir ve nasılın cevabıdır ama eğer çocuk daha önce vurduğu topların hızlı veya uzağa gitmediğini deneyimlememiş ve anlamamış ise nasıl yapılması gerektiği ile ilgili öğretim amaçlı, işlevsel, kalıcı ve verimli bir öğrenmeyi sağlamaz. Çocuklar niçin sorusunun cevabı için elbette her şeyi deneyimleyemezler. Ama bizim çocuklara teknik öğretim başta olmak üzere tüm öğretim konuları ve becerilerinde çocukları bir davranışı niçin yapmaları ve niçin daha iyi yapmaları gereğini algılamış olmalıdırlar. Binlerce kes ayak içi pas çalışması yapmak yerine, ayak içi pasın amacını, işlevini, isabet ile ilgili farklılığını bir şekilde algılanmaları sağlanmalıdır. Anlamlı öğrenme, öğretimi kolaylaştırır. Ufa bir çocuğun bir taşı yerden alıp atma davranışındaki bilinç ve amaç "taş atma becerisini geliştirmekle" asla ilgili değildir... Taşı bir yere atabilmek ile ilgilidir. Çocuğun önünde bir duvar varsa taş atmayı düşünmez. Niçin? Taş atmanın koşulları yoktur da ondan... Eğitim koşullar yaratma, ortamlar oluşturma işidir. Nasıldan önce niçin gelir... Çünkü, niçin yapacağını algılayan çocuk için nasılın birden fazla cevabını söz konusudur. Gelişim dediğimiz şey de esasen budur.

OYUN ALANLARININ YAPISI VE UYARAN İLİŞKİSİ

Oyun alanlarındaki, kazaya sebep olma olasılığı olan nesnelerin kaldırılmasına yönelik eğilim, diğer bir açıdan bakıldığında çocukların sab...