27 Mar 2019

ASIL YÖNETİLECEK OLAN ŞEY İNSAN DEĞİL, İŞ VE İŞ DÜZENİDİR


İnsanlar yönetilmez. İnsanlara kılavuzluk edilir.

Özetle, para yönetimi olur, sağlık yönetimi olur, eğitim yönetimi olur, tarım yönetimi olur ama "insan yönetimi" olmaz.

Olursa insanları metalaştırırsınız.
Metalaştırılan insan, insan olmaktan çıkar.

Örneğin günümüz eğitim alanındaki en temel arıza, eğitimin "öğrencileri yönetmek" üzerine inşa edilmiş olmasıdır.

Oysa öğrenciler yönetilmez, onların gelişimi için alanlar ve gerekenler gerekenler yönetilir.
Okul yönetilir,
Temizlik yönetilir,
Tesisler yönetilir,
Dersler yönetilir,
Müfredatlar yönetilir,
Programlar yönetilir...

Öğrenciler de yönetilen bu alan alan ve koşullarda eğitim süreçlerini sürdürerek gelişirler.

Keza öğretmenler de yönetilmez.
Fakülteler yönetilir,
Eğitim Programları yönetilir,
Öğretim Programları (Müfredatlar) yönetilir,
Öğretmen geliştirme uygulamaları, atelyeleri yönetilir,
Öğretmen özlük çalışmaları yönetilir...

Öğretmenler de yönetilen alan ve koşullara göre işlerini yaparlar.

Söz konusu durumu spor altyapılarını ele alarak ifade etmek gerekirse,

Antrenörleri yönetmeye odaklanma demek; Antrenörlerin yaşamı, gelişimi ve işini olması gereken düzeyde yapmasını sağlayacak koşullara odaklanmamak demektir.

Çocukları yönetmeye odaklanmak demek, çocuğun gelişimi ve gelişimi için gerekenleri yönetmeyi bir yana bırakmak demektir.

Oysa yönetme işini antrenörü ve çocuğu yönetmek yerine, yani antrenörü ve çocuğu gütmek yerine,
Tesisleri yönetmek,
araç gereçleri yönetmek, günlük,
haftalık, aylık ve yıllık programları yönetmek,
altyapıların gelişmesi için hedefleri yönetmek,
3, 5 ve 10 yıllık gelişimleri yönetmek, işleyişi yönetmek, organizasyonları yönetmek
Altyapı finans sistemini yönetmek
Gelir giderleri yönetmek gibi yönetim amaç ve alanlarına odaklandırdığımızda, doğal ve zorunlu olarak antrenör işlerini yapacaklar, çocuklar da gelişecekleri eğitimlerini gerçekleştirmeye devam edeceklerdir. Yani antrenörü ve çocukları yönetmek gibi bir derdimiz olmayacaktır.

Özetle yönetmeyi gelişim ve üretim ile ilgili insan dışındaki tüm aktörlere değil de insana odaklamak demek aslında yönetememek demektir.

Türkiye bu bağlamda birçok alanda yönetmeyi beceremeyen bir durumdadır.

Çünkü derdimiz insanı yönetmek üzerine inşa edilmiştir.
İnsan yönetilmez, İş ve iş düzeni yönetilir.

26 Mar 2019

“FUTBOL EĞİTİMİ” ASLINDA “FUTBOL OYUN EĞİTİMİ"DİR.


Futbol Eğitimi demek elbette öncelikle top ile ilişkili hareketlerin çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi eğitimi demektir...

Ama "futbol oyun eğitimi" sadece top ile eğitim demek değildir.
Dolayısıyla futbol eğitimlerini sadece top ayağında olan oyuncu gelişimi ve eğitimi olarak düşünmemek gerekir.

Çünkü futbol oyunu, oyun katılan bütün oyuncuların aynı zamanda topa uzaklık veya konum olarak bulundukları yere ve bölgeye göre değişen şekillerde hareketli olmalarını gerektiren bir oyundur.
Üstelik bu hareketli oluş, yer değiştirme ile ilgili sistematik, amaçlı, duruma göre ve asıl olarak da “olası olacak duruma göre” olması gereken bir hareketliliktir.

Yani anlamsız ve amaçsız yer değiştirmeler (koşmalar) değil, anlamlı ve amaçlı yürüme, koşma ve sprintler şeklinde yer değiştirmelerdir.

O halde futbol eğitimini düşünür, planlar ve uygularken,

1) Top ile futbol eğitimi (top ile ilişkili hareket ve beceri eğitimi) ve
2) Top ile ve topsuz oyun eğitimi (bireysel, grup ve takım ile ilgili yer değiştirmeye dayalı hareketlilik eğitimi) şeklinde düşünmek zorundayız.

Dediğimiz gibi öncelik ve temel eğitim formasyonu "top ile futbol eğitimi" olmalıdır...
Lakin ortada oynanması gereken bir oyun varsa, bu oyunun gerektirdiği bütün davranışları içerecek bir oyun eğitimi de olmak zorundadır.
Yani oyun eğitimi başka bir şeydir.

Oyun eğitimi oyunun devam etmesi için oyunun gerektirdiği top ile ve topsuz yapılması gereken davranışları en iyi yapabilme becerisine dayanır.

Futbol oyunu sadece top ayağında olan oyuncuların oyunu değildir...
Futbol oyunu aynı zamanda
1. Topu almak için olması gereken yerde olma
2. Top ayağında olan oyuncunun, çeşitli seçenekler yaratma oyunudur.

Dünyanın en iyi takımlarındaki en iyi oyuncuları analiz ediniz, çevresinde topsuz oyun eğitimi yüksek oyuncular olduğuna görürsünüz.

Çünkü top ile eğitim ve gelişim açısından muhteşem olan oyuncular, çevresinde onu anlayan, onun oyun oynama imkanlarını ve fırsatlarını arttıran topsuz oyun eğitimi yüksek olan oyunculardır.

Ama bu konunun bir de çocuk gelişimi ve eğitimi ile ilgili "oyun pedagojisi" boyutu vardır.

Dolayısıyla bu konu çocuk gelişimi ve oyun eğitimi şu açıklamayı zorunlu kılmaktadır.

Çocuklar 12 yaşlarına değin top ile oynamak isterler. Onlar için oyun demek top ile oynamak demektir. Topsuz oyunu, yani ayağında top olmadığı halde, öne-geriye veya sağa-sola yer değiştire koşuları onlar için çok anlamlı ve zevkli değildir.

Bu doğal ve anlaşılabilir bir durumdur.
Zaten topsuz oyun eğitimi de 11 yaşından itibaren geliştirilmesi ve üzerinde durulması gereken bir konudur.

Topsuz oyun becerileri ve oyun gereklerini yerine getirme 11-12 yaşlarına doğru yavaş ilerler… 12 yaş ve sonrası süreçte, oyunun gereklerini anlama ile birlikte topsuz oyun gelişimi ve ilgili davranışlar da artar.

Biliyorsunuz zaten bireysel ve grup taktiği dediğimiz şey, oyun içinde topsuz yer değiştirmelere dayalı bir formasyondur.
Dolayısıyla 12 yaşından çok önce bu davranışı çocuklara vermeye çalışmak yorucudur, keyifsizdir ve sıkıcıdır...

Ama futbol topu ile sınırlandırılmış alanda "eşli elim sende" oyunu oynatırsanız, eşlerden birisi topu almak için farklı yönlere ve açılarda topsuz hareket edecektir. Çünkü oyunun karakteri neyse çocuk ona yönelir.

Büyük futbol insanlarından birisi olan Johan Cruyff''u yad ederek, onun bir cümlesiyle konuyu bitirelim;

“Çoğu durumda topun nereye gideceğine karar veren, topa sahip olan oyuncu değildir. Topsuz oyunculardır. Bir sonraki pası onların koşu aksiyonları belirler.”

10 Mar 2019

ŞAMPİYON NASIL OLUNUR?

ŞAMPİYON SPORCULAR VE ŞAMPİYON TAKIMLAR İŞE YENEREK VE KAZANARAK BAŞLAMAZLAR..

SÜREKLİ GELİŞEREK BAŞLARLAR, GELİŞTİKÇE YENERLER VE KAZANIRLAR.

Bireysel olsun, takım sporlarında olsun altyapı eğitim süreçlerinin özellikle temel eğitim ve gelişim eğitim dönemlerinde kazanan takım, şampiyon takım, kazanan sporcu, şampiyon sporcu iddiası, amacı ve arzusu sanıldığı gibi gelecekte şampiyon sporcular ve şampiyon takımlar yaratmaz...

Şampiyon sporcular ve şampiyon takımlar, yani "özeller" genelin / bütünün içinden çıkarlar.

Genelin / bütünün eğitimi, genelin / bütünün gözetilmesi, genel/bütün için her şeyin doğru, iyi ve güzel olması durumunda gerçekleşir. Genelin/bütünün içinden öne çıkacak, fark yaratacak özeller giderek ayrışmaya başlar, seçkinleşirler ve şampiyon sporcuları ve takımları oluştururlar.

Yaşamda her şey genel olarak başlar sonra özelleşir.
Her şey genelden özele doğru ilerler.

İşin başında şampiyon sporcu ve şampiyon takım peşinde koşmak demek, özele odaklanmak ve dolayısıyla geneli görmezden gelmek demektir.

Bu durumda genelin görmezden gelinmesi yani özele yoğunlaşılması hem genelin heba edilmesi demektir ve hem de özel olanın ve özel olacak olanan fırsat verilmemesi demektir...

İşin başında yenmeye ve kazanmaya odaklanmak demek, yenemeyenleri ve kazanamayanları değersizleştirmek olacağı gibi, yenenleri ve kazananları da sıradanlaştırmaya başlamak demektir.

İşin başında yenmek ve kazanmak genellikle çok kolaydır.
Asıl olan işin başında herkesi geliştirmeye odaklanmak ve süreci herkes için yararlı hale getirmektir.

Süreç iyileri ve daha iyileri yavaş yavaş ayırmaya ve ortaya çıkarmaya başladığında, şampiyonlar yavaş yavaş ayrılıyor ve ortaya çıkıyor demektir.

Doğuştan şampiyon olunmaz.
Doğuştan şampiyon özellikler ve yetiler ile doğmuş insanlar vardır ve bunlar çok fazla değildirler.
Ama asıl olarak "şampiyonlar" süreç içinde sürekli gelişerek olurlar.

Çocukların birbiriyle olan spor ilişkilerini yenmek ve kazanmak üzerine planlarsanız; giderek daha iyi olabilecek olanları, gelişimi yavaş ama çok sağlam olanları ve dönemsel sıçrama şeklinde ilerleyenleri görmezden gelir, onları heba etmiş olursunuz.
İkincisi kazanmanın ve kaybetmeyi sıradan ve önemsizleştirirsiniz.
Üçüncüsü yenenlerin gelişmesi için sürekli yenmeleri gerekmez. Sürekli yenenler asla gelişme ihtiyacı içinde olmazlar.

Temel eğitim ve gelişim eğitim dönemleri kazanmanın ve kaybetmenin çok kolay olduğu ama kazananlara ileride şampiyon takım olmalarını sağlamaya yetmeyecek bir süreçtir.

Bu dönemlerde kaybedenler ise yola devam edilmemesi gerektiği algısı oluşturulan bir süreçtir.

KOLEKTİF

Birçok kimseyi veya nesneyi içine alan, birçok kişi ve nesnenin bir araya gelmesi sonucu olan anlamına gelen kolektif kavramının tek bir sözcük ile karşılığı "ortaklaşa" demektir.

Harika bir kavram ve hayati açıdan da mükemmel bir duygu ve bilinç halidir.

Takım sporları için anlamı, önemi ve değeri çok yüksektir.

Takım olma, ben değil biz duygusu tamamen kolektif yaşam ve öğrenme ile ilgili bir duygu ve düşünce halidir.

Bakınız 32 OECD ülkesi arasında yapılan araştırmada çocuklarda 'ortaklaşa problem çözme becerisi' en düşük ülke olarak kayıtlara geçmişiz.

Bu iyi bir şey değil.
Bu bizim spor ve futbolumuza da doğrudan yansıyacak olan bir durumdur.
Bencillik, bireycilik, öne çıkma, sorunları birlikte çözmeme, bir kurtarıcı bekleme gibi davranışlar ile ortaya çıkar...

Uluslar, ülkeler için farklı alanlar için bireysel dehalar, bireysel yıldızlar, çıkarabilmek elbette önemlidir ama asla çözüm değildir.
Asıl çözüm bir işi beraberce en iyi biçimde gerçekleştirebilecek kişiler geliştirmektir.

Çocuklarımız, gençlerimiz ve büyüklerimiz neden iyi birer grup ve takım olamıyorlar? Niçin bir araya gelip sorunlara birlikte çözümler üretemiyorlar?

İşte bunların temel nedeni küçük yaşlardan itibaren bir işi birlikte ve beraber yapabilecek beceriye sahip olamayış ile yakından ilgilidir.

Futbolda yıldız oyuncu peşinde koşmak yerine, herkesin bir işin parçası olduğu, herkesin görev ve sorumluluk sahibi olabileceği ve bir işi olabilecek en iyi biçimde yapabilmek için birbirine destek olunduğu bir spor eğitimi doğal olarak diğer amaç olan özellikli oyuncuları da kendiliğinden üretecektir.

Unutmayınız, takım oyunları zaten karakteri gereği kolektif oyunlardır.
Oyunun doğasına sadık kalalım.
Hem oyun güzelleşsin hem çocuklar....

GELİŞİM LİGLERİ VE HAKEM DAVRANIŞLARI ÜZERİNE...


Hakemlerin, özellikle gelişim liglerindeki çok sert tavırlı hakemlerin psikolojik yapıları ile ilgili olarak bazı sorunlar yaşandığına dair şikayet ve değerlendirme üzerine yazılmıştır.
Çok haklılar..

1.

Üstyapı müsabakalarındaki hakem hatalarının ve güya hakem hatalarını en aza indirecek olan VAR sisteminin, Türkiye'de nasıl işletildiği ve kullanıldığı hepimizin malumu... MHK başkanının istifası pek çok kez yaşanan bir ülke ve ülke futbolu herkesin malumudur.

Bu konuyu uzatmadan şunu söyleyelim, iyi veya yararlı bir sistemi amaca yönelik ve ideal anlamda kullanamadığınız sürece sorunu çözemezsiniz. Bunun için sisteminizin ve o sisteme uygun insanlarınızın gerçekten bağımsız ve liyakat sahibi olmaları ve güvenli bir mesleki devamlılığa ihtiyaçları vardır.

VAR uygulaması ve meselesine gelince;
Bize göre VAR yoruma açık bir olgu ve yöntem değildir. VAR uygulamasında bir pozisyona ve o pozisyonda bir durum var veya yoktur. Bu kadar.

Çok daha önemlisi VAR uygulaması gelişmiş, adil, eşitlikçi toplumsal yapılarda olmaması gereken bir uygulamadır.

Görülememiş ve emin olunmamış bir durumun tespiti için gerekli olsa da, VAR uygulaması akışı, güvenirliği ve doğallığı bozan teknolojik bağımlılığı bir uygulamadır.

Herkesin herkesten emin olduğu, güven ve adalet konusunda kimsenin şüphesi olmadığı ve en önemlisi hataların art niyetli olmadığı toplumsal yapılarda VAR uygulaması YOK olması gereken bir uygulamadır.

2.

Asıl konumuza dönersek...

Gelişim liglerindeki hakemler konusu gerçekten çok önemlidir.
Hakemlik ile ilgili geçmişte bir kaç yazı paylaşmıştık. Onun için tekrara düşmemek adına, kısa keserek ifade etmek isteriz ki;

Gelişim liglerinde hakemlerin asıl görevi ve işi çocukları geliştirmek, onları motive etmek, onlar ile iletişim kurmak ve iletişim kurmayı öğretmek ve çocuğun oyun adaletinden emin olmasını sağlamak olmalıdır.

Oyun anında hormonal değişimlerin bir sonucu olan agresif tavırları kontrol etmeyi öğretecek aktörlerden birisi de hakemlerdir. Bu çocuk veya genç ile müsabaka anında diyalog kurarak yapılabilecek bir şeydir.

Gelişim ligleri, hakemlerin hakemlik gelişimleri için kendilerini tatmin edecekleri ve bu tatmini de baskı kurarak elde edecekleri yerler değildir.

Hele hele çocuklar üzerinde baskıcı, aşağılayıcı ve onları değersizleştiren tutum ve tavırlar ile sözde çocuklara kural öğretme ve otoriteye sadakat sağlamayı amaçlayan yerler hiç değildir.

Gelişim ligi hakemleri aslında eğitimin bir parçasıdırlar.
Ceza ve gereksiz otoriter bir tavırlar ile kendilerini tatmin etme peşinde değil, kural ve ilkelerin önemini kavratan ve bunlara uymanın herkes için gerekli olduğunu hissettirecek yaklaşım ve yönetim becerileri sergilemek durumunda olan aktörlerdir.

Gelişim liglerinde kart kullanmadan, aşağılamadan, oyuncu ile araya set çekmeden ama eşitlik, adaleti ve iletişim ile ilgili yönetim becerisini de sağlayacak bir hakemlik becerisi asıl amaç ve beklenti olmalıdır.

TÜRKİYE'NİN ÇOCUK VE SPOR KONUSUNDA ASIL VE TEMEL SORUNU NEDİR?


Elbette çocukların spora ulaşamamasıdır.
Sporun ulaşılabilir olmasının kolay olmaması ve hatta neredeyse mümkün olmamasıdır.

Çocukların bir ülkede spora ulaşmak için çabalamasına ve yırtınmasına gerek olmamalıdır.

Bir ülkede sporun durumu, düzeyi ve geleceği ile ilgili en büyük ölçüt çocukların spor ile buluşabilmesi kolaylığı ve oranıdır...

Okullar bu anlamda önemlidir.
Kulüpler de bu anlamda çok önemlidir...

Bir ülkede, örneğin Amerika'da olduğu gibi "okul-spor modeli" benimsenmiş ise okulların aynı zamanda birer spor kulübü ve yapısına kavuşmuş olması gerekmektedir.

Yok eğer örneğin Almanya modelinde olduğu gibi "kulüp-spor modeli" benimsenmiş ise, bu durumda da spor kulüplerinin tüm ilgili ve istekli çocuklara kapılarını açması gerekir. Bunun için de öncelikle yerel ve mahalli kulüplerin semtin tüm çocuklarına hitap edecek duruma, imkana ve zorunluluğa tabi olunmasının sağlanmış olması gerekmektedir.

Türkiye'de hem ikisi de var. Hem ikisi de yok.
Çünkü okullar arası spor müsabakası var, ama bunun yıl içinde sürdürülebilir ve çok fazla çocuğa yönelik kurumsal bir yapılanması yok.
Okul spor kulüpleri göstermelik ve işlevsel değil.

Okullar saha, alan başta olmak üzere yetersiz. Okul yöneticileri ve veliler malum nedenler ile ilgisiz..

Kulüplere gelince, kulüpler sayıca yetersiz, duyarsız ve istekli tüm çocukları kapsayacak imkanlardan yoksun durumdadırlar.

Peki bunca genç nüfusun oldukça yoğun olduğu bir ülkede, ilgili, istekli ve hatta farklı özellikleri olan on binlerce çocuk spora nasıl ulaşacak? Spor ile nasıl buluşacak ve kendilerini nasıl geliştirecekler?

Aşağıdaki görseller İzmir'den... İzmir'in Bayraklı semtinden..
Yani Türkiye'nin en batısından... İzmir'de böyle onlarca okul var...

Mesele sadece İzmir meselesi değil... Türkiye'de birçok okul bu şekildedir.
Dahası yeni yapılan binalar da aynı şekilde spora ulaşmayı sağlayan düzenden ve imkanda uzak yapılmaktadır.

Beden eğitimi derslerinin bittiği veya bitirildiği, oyun etkinliklerinin öğretmenin kişisel çabasına kaldığı, spor takımları çalışmalarının beden eğitimi öğretmenlerinin salon ve saha bulmak için çırpındığı, bulursa da çocuklar için izin almak için uğraştığı bir ülkede, spor kulüplerinin ise kapılarını belli bir sayıda çocuğa açabildiği, 8-12 yaş arasında ise bir çok spor kulübünün neredeyse ciddi bir altyapısının olmadığı, spor okulları diye verimli olmayan ve haftada iki gün birer saat sözde eğitim verdiği bir ülkede spor ile ilgili tüm alanlarda gelebileceğimiz yer asla olması gereken ideal yer olamaz.

Ondan sonra da başta futbol olmak üzere spor pazarı olmaktan kurtulmayan, kendi özkaynaklarına sırtını dönmüş, yapay başarılar ile kendini avutan ve aldatan bir ülke olmaya devam ederiz.

Spor çocuklara ulaşmaz. Çocuklar spora ulaşır.
Ama bunun için çocukların spora ulaştırılması gerekir.
Kim yapacak bunu?
Elbette başta federasyon, elbette başta spor bakanlığı ve elbette tüm ilgili kurum ve birimler...

ALTYAPILARA VE GENÇ OYUNCULARA ÖNEM VE DEĞER VEREN TEKNİK ADAM OLMAK NE DEMEKTİR?

Luis Van Gaal 2014-2015 sezonunun 6.haftasında, West Ham United karşılaşması öncesi 95 doğumlu Patrick McNair’i kadroya almış ve ilk 11 oyuncusu olarak sahaya sürmüştü.

Van Gaal maç sonrasında, kendisine sorulan bir soru üzerine,
"Stoper pozisyonuna başka bir mevkiden oyuncu devşirmek yerine akademiden oyuncu almayı tercih ettim. Eğer akademiden bir oyuncu çağırmayacaksam o zaman akademiyi kapatmamız lazım” demişti..

Yine aynı sezon 1997 doğumlu Marcus Rashford daha 17'sini bitirmeden kadroya alan ve oynatan da Luis Van Gaaldi...

Bitmedi... Dahası 2014-15 sezonunda Manchester United-Arsenal maçında, Manchester United'ın yedek kulübesinde 1987 doğumlu kaleci Romero hariç, en yaşlı 3 oyuncusu 1995 doğumluydu.

Bahsettiğimiz lig Premier lig.. Yabancı oyuncu pazarı ve yabancı oyuncu piyasası büyük olan ve ekonomisi en güçlü olan lig...

Günümüzde böylesi zihniyete sahip teknik adam sayısı pek fazla değil..
Özellikle Türkiye'de...

Elbette bu sadece teknik adam işi değil... Ama teknik adam bu konuda en önemli aktör konumunda.

Altyapılardan gelen genç oyunculara imkan ve fırsat tanıma açısından saygı duyulmayı hak eden teknik adamlardan birisi de Luis Van Gaal'dir. Bu açıdan onu selamlamak gerekir.

Yabancı sınırlamasına karşı olanların meseleyi biraz da bu yönüyle almalarında yarar var. Yabancı oyunculara yönelik ilgi ve sevgiyi, biraz da altyapılara ve genç oyunculara göstermek konusunda cömert olmakta her açıdan çok fayda var.

PSOAS KASI


Psoas kası ‘’ruhun kası’’ olarak da ifade edilen, kalça bölgesinde yer alan bel ve bacak bağlantısında önemli işleve sahip bir kastır.

Yapılan araştırmalara göre bu kas grubu, kişilerin psikolojik halini ve fizyolojik sağlığını doğrudan etkiliyor.

Örneğin,

1. Bacaklarla bel kemiğini bağlayan bu kas; hareket, denge, eklem fonksiyonları, esneklik ve daha birçok bedensel özelliği etkiliyor.

2. Psoas kasının bedeni dik ve hareket eder bir şekilde tutmasının yanı sıra, özellikle esnetildiğinde kişinin yaşadığı anda kalmasını ve vücuttaki gerilimin azaltılmasını sağladığı düşünülüyor.

3. Psoas kası, neredeyse doğduğumuz günden itibaren gergin ve kasılmış bir halde bulununan bir yapıdadır. Günlük yaşamdaki aktiviteler, dar kıyafetler ve bazı duruş bozuklukları nedeniyle iyice kasılan ve gerginleşen bir hal almaktadır. İşte bu gerginlik zamanla insanda sırt, kalça, diz ağrıları gibi kronikleşmiş rahatsızlıklara neden olmakta ve günlük hayatı zorlaştırabilmektedir.

4. Vücudun yapısal stabilitesinin temelini oluşturduğu için, söz konusu kas üzerindeki kronik gerginlikler, hayatı ve anı nasıl hissettiğinizi, dünyaya nasıl baktığınızı da etkilemektedir.

5. Bacaklardan başlayarak omurgaya uzanan psoas, bacaklarla bel kemiğini bağlayan tek kastır. Bu kas gurubu en sonda ise kalça kemiğine bağlanmaktadır.
Bu anlamda etkinlik derecesi yüksektir.

6. Kalça kemiğinin yanı sıra diyaframa da bağlanan bu kas nefes alıp verme sırasında harekete geçen diyafram kası, aynı zamanda korku ve anksiyeteyle ilişkili birçok fiziksel semptomun yer aldığı bir bölgedir. Bu ilişkiden dolayı psoas kasının, yaşamsal dürtülerin yer aldığı en temel beyinsel fonksiyonları yöneten “alt beyin” ile doğrudan ilişkili olduğu da düşünülmektedir.

Yardımcı kaynaklar;
https://www.sporsalbilgiler.com/psoas-kasinin-onemi.html
http://www.maratonyuzme.com/donup-duran-dunyanin-dingin-no…/

Kasların Belleği

Kassal açıdan hangi iş yapılırsa yapılsın kaslar düzenli olarak çalıştırıldıklarında büyürler ve güçlenirler.

Kassal çalışmaya herhangi bir nedenle ara verildiğinde kasların gücü zayıflar, hacmi azalır.

Belli bir aradan sonra ise kaslar yeniden çalıştırılınca, geçmişteki deneyimlerin kasların büyümesini ve güç kazanmasını etkiler mi? Yoksa etkilemez mi sorusu ilginç bir soru ve araştırma konusu olsa gerekir.

İşte bu konudaki bir araştırmayı Keele Üniversitesi’nden Robert Seaborne ve ekibi gerçekleştirmiş.

Araştırma sürecinde; 8 genç erkek yedi hafta boyunca yoğun olarak antrenmana tabi tutulmuş. Ardından yedi hafta ara verilmiş. Sonra yine yedi hafta antrenmana tabi tutulmuşlar.

Bu üç evrede katılımcıların kas kütlesi ve kas gücü kontrol edilmiş.
Beklenildiği gibi spor alıştırmalarının yararları kendini belli etmiş.

Katılımcıların bacak kasları ilk yedi haftada yüzde 6.5 oranında kütle kazanırken, kasların gücü de yüzde 9.3 kadar artmış.

Spora ara verildiğinde ise hem kas kütlesinin hem de gücünün zayıfladığı görülmüş.

Buraya kadar her şey normal ve bilinen şeyler...

Ama asıl sürpriz şöyle;

7 haftalık ikinci antrenman evresinde yaşananlar araştırma bulgusu açısından sürpriz olmuş.

İkinci 7 haftalık antrenman sürecinde katılımcıların kaslarının 2 misli büyüdüğü saptanmış. Kasların kütlesi yüzde 12 oranda büyürken, gücü de yüzde 18 artmış.

Anlaşıldığı üzere daha önce yapılan spor alıştırmaları kaslarda iz bırakıyor ve bu izler daha sonra daha güçlü bir büyümeyi motive ediyor.

Yani kaslar geçmiş deneyimlerini hatırlıyor.

Peki, süreç biyolojik olarak nasıl işliyor?

Bu sürecin nasıl işlediğini öğrenmek isteyen bilim insanları üç evrede gen etkinliğinin ve epigenetik DNA metilasyon analizi için doku örnekleri almışlar. Bunlar genelde metil gruplarından oluşan küçük moleküllerdi.

DNA’daki 850.000 bağlantı noktasının karşılaştırılması sonucunda araştırmacılar, ilk antrenmanların, kas hücresi DNA’sının büyük bir kısmını epigenetik metilasyondan temizlediğini göstermiş.

Bunun sonucunda gen etkinliği de yükseliyor. Ve bu değişimlerse spora ara verildiği zaman da önemli ölçüde kalıcı oluyor ve ikinci spor evresinde daha da güçleniyorlar.

Belli bir aradan sonra yeniden spora yapmaya başlandığında bu epigenetik değişimler gen etkinliğini ve kas büyümesine daha fazla tetikliyorlar.

Özetle;
DAHA ÖNCE O İŞ İLE UĞRAŞMIŞ OLAN KASLARIN,
SONRAKİ SÜREÇTE UYARILMA ORANI VE DÜZEYİ DAHA YÜKSEKTİR.

YANİ, İKİNCİ ÇALIŞMA EVRESİNDEKİ GELİŞİM DAHA YOĞUNDUR. AMA BUNUN İÇİN BİRİNCİ EVRENİN ÖNEMİ UNUTULMAMALIDIR...

ALTYAPI EĞİTİMCİLİĞİNE İLİŞKİN 3 ÖNEMLİ SORUN ve İHTİYAÇ...

SORUN 1.
Ne öğreteceğini biliyorsun,
Ama nasıl öğreteceğini bilmiyorsun....

Bu durumda ne öğreteceğini biliyor olmanın hiç bir anlamı yoktur.

SORUN 2.
Nasıl öğreteceğini biliyorsun ama ne öğreteceğini bilmiyorsun...

Bu durumda da nasıl öğreteceğini biliyor olmanın hiç bir anlamı yoktur...

SORUN 3.

Ne öğreteceğini, nasıl öğreteceğini biliyorsun ama ne zaman neyi, nasıl öğreteceğini bilmiyorsun..

Bu durumda da ne öğreteceğini, nasıl öğreteceğini biliyor olman seni asla iyi ve ideal bir altyapı antrenörü yapmaya yetmeyecektir.

Çünkü altyapı antrenörlüğü, neleri, nasıl öğretmek kadar, neleri, nasıl ve ne zaman öğreteceğini bilmek ve bunu beceriye dönüştürebilmektir.

ÖZET :
İDEAL ALTYAPI ANTRENÖRLÜĞÜ DEMEK,
NELERİ, NASIL VE NE ZAMAN ÖĞRETECEĞİNİ BİLMEK VE BUNU PRATİĞE AKTARABİLMEK DEMEKTİR....

ÇÖZÜM:
1. FUTBOLU BİLMEK VE BECERİYOR OLABİLMEK
2. FUTBOLU ÖĞRETMEYİ BİLMEK VE BECERİYOR OLABİLMEK
3. HANGİ YAŞ DÜZEYLERİNDE NELERİ, NASIL ÖĞRETECEĞİNİ BİLMEK VE UYGULAYABİLİYOR OLMAK

FUTBOL EĞİTİMİNE BAŞLAMA YAŞI


MİLLİ EĞİTİM SİSTEMİNDE YENİDEN DÜZENLENEN İLKOKULA BAŞLAMA YAŞI VE İLGİLİ OLMASI NEDENİYLE FUTBOLA BAŞLAMA YAŞI...

Çocukların ilkokula başlama yaşı, önümüzdeki eğitim yılından itibaren bir kez daha değiştiriliyor.

Normal koşullarda ve milli eğitim tarihimiz boyunca 72 aylık çocukların ilkokula başladığı sistemi bozarak, önce 60 aya indiren bakanlık, iki senenin sonunda çocukların içine düşürüldüğü durum karşısında çark ederek, düzenlemeyi önce 60- 66 ay çocuklar şeklinde değiştirdi. Sonra veli onayı ve rapor şartına bağlayarak 66-72 aya kadar uzatma kararı aldı..

Şimdi de 2019-2020 eğitim dönemindeki son düzenleme, ilkokula başlama yaşının 69 ay olarak belirlenmiş bulunmaktadır.

Görüleceği üzere bilimsel olarak anlama, takip etme, izleme, okuma ve yazma becerilerinin hangi aylarda geliştiği belliyken, birilerinin gelip çocukları 5 yaşında ilkokula başlatmaya karar vermesi, bu ülke çocuklarına yapılmış kötülüktür.

Çocuklar erken yaşlarda eğitime başlarlar. Ama erken yaşlarda eğitimin de düzeyleri, sınıflamaları ve o sınıflamaya uygun okullaşmaları vardır.

Bunlar okulöncesi eğitimi, 36 ay ile 60 ay arası
Hazırlık sınıfı eğitimi, 60 ay ile 72 ay arası
Ve ilkokula başlama yaşıdır 72 ay....

Bu düzen hem pedagojik açıdan ve hem de gelişim psikolojisine en uygun yaş düzeni ve sistemidir. Dünya ölçeğinde de durum genel olarak böyledir.

Bir işe veya eğitime erken başlama demek, o işin ve eğitimin o yaşa göre düzenlenmesi demektir.

Bu bağlamda 69 ay düzenlemesi makul bir düzenleme gibi durmaktadır. Ama olacaktır. Ama yeterli değildir.

Gelelim bir kaç cümle ile futbola başlama yaşına..

Sosyal medyada, bazı videolarda veya çevremizde 5 yaşında bir tane çocuğunun muhteşem hareketler yaptığına, top ile inanılmaz beceriler sergilediğine tanık olabiliriz.
Ama bu durum 5 yaşındaki bütün çocukların aynı gelişim düzeyine sahip oldukları veya olmaları gerektiği anlamına gelmez ki....
Bu tür bir çocuk zaten özel veya "ayrıksı" diye tanımlanan çocuklardır.
Yani örnek teşkil etmez...

İlkokula başlama yaşı ideal olarak 72 ay oluyorsa,
Çocuklar elini, kolunu ve gövdesini tam olarak 8 yaşından itibaren kontrol etmeye ve yönetmeye başlıyorlarsa, bu durumda nasıl olur da 5,6,7 yaşında futbol eğitimine başlanabilir?

Başlanabilir..... Ama bunun şartı bellidir.
Ne demiştik yukarıda;
"Bir işe veya eğitime erken başlama demek, o işin ve eğitimin o yaşa göre düzenlenmesi demektir".

Yani
Okul öncesi dönem futbolu,
Yani hazırlık sınıfı futbolu,Yani ilkokul dönemi futbolu gibi bir anlayış ile eğitim planlaması yapılırsa, futbola erken yaşlarda başlamayı anlamak mümkün.

Buna da zaten "hareket eğitimi" süreci diyoruz.

Hareket eğitim sürecini yani "temel hareketler gelişim eğitimi" sürecini "ayak ve nesne" ilişkisi yoğunluklu planladığınızda karşınıza çıkacak olan şey;

Hareket gelişimi amaçlı futbol eğitimi olur...

OYUN ALANLARININ YAPISI VE UYARAN İLİŞKİSİ

Oyun alanlarındaki, kazaya sebep olma olasılığı olan nesnelerin kaldırılmasına yönelik eğilim, diğer bir açıdan bakıldığında çocukların sab...